GİRİŞ
Türkiye’nin kritik dönemlerini yaşadığı bu zamanlarda, Türklerin her zamankinden daha fazla bilgi, enerji ve cesarete ihtiyacı vardır. Bugün demokrasi, insan hakları ve özgürlük kavramlarının altında ülkeyi bölmeye çalışanların, demokratik ve sivil inisiyatifin Türkiye tarihinde bir “ilk”i olan 3 Mayıs olaylarını daha iyi bilmeleri ve örnek almaları gerekmektedir. 3 Mayıs 1944, Türkiye’de çok konuşulan ama hiç yaşanmayan “sivil toplum”un temellerini attığı gibi Türklerin tarihlerinde önemli bir dönemeci de işaret etmektedir: Varolma ve Yeniden Diriliş.
3 Mayıs Öncesine Kısa
Bir Bakış
Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nde, özellikle 15. yüzyıldan sonra yönetim kademelerine (fethedilen ülkedeki genç, gürbüz ve yetişkin çocukların alınıp sarayiçi Enderun Mektebi’nde eğitiminden geçtikten sonra) yabancı soylu yöneticilerin yetişmesiyle üst kademeler gayri-Türk unsurlardan mürekkeb hâle gelmiştir. Bunlar (genelde Rum, Ermeni, Hırvat, Sırp, Yahudi, Arnavut, Arap vb.) ne kadar İslâm coğrafyasının dışından küçük yaşta alınarak formel bir eğitime tâbi tutulup, Müslümanlığı seçseler de üst mevkilerde yüzyıllar boyu statü, rol ilişkileri, bağlı bulundukları grup yapısı itibarıyla birbirleriyle kenetlenmişler ve âdeta kendi içlerinde bir kast sistemi oluşturmuşlardır (Türkdoğan, 2003).
İmparatorluğun sonlarına doğru -daha 18. yüzyıldan itibaren başlayan yenileşme ve Batılılaşma hareketlerinin çoğunu kabul edip Batılılaşmayı sathî düzeyde ele alan ve inceleyen Osmanlı üst sınıf bürokratik yapısı, işte bu Enderun’dan yetişen insanlardan oluşmuştur. Saray ve çevresinde kültür değişmelerini yönlendiren bu devşirme zümresi Osmanlı’nın çöküşüne kadar serbest ve mecburî kültür değişmelerinde vuku bulan hareketlerde başı çekmiş ve çoğu zaman “yerel unsunları” anlamamıştır (Turhan, 1994)
Osmanlı Devleti, daha önceki Türk devletlerinde millet-i hâkime olan Türk unsurunu göz ardı etmiş, yerine “Osmanlılık” denen bir üst kimlikle imparatorlukta bulunan bütün kavimleri kapsayacak bir yapıyı tercih etmiştir. Cumhuriyetle ulus-devlet statüsüne kavuşan Türkiye, Osmanlı’da çevrede kalan Türk unsurunu merkeze çekmiş, hâkim unsur yeniden Türkler olmuştur. Ş. Mardin’in küçük gelenek-büyük gelenek adını verdiği bu yapıda (küçük gelenek çevrede, taşrada, köyde yaşayan halkı; büyük gelenek ise üst sınıf zengin ve yönetici tabakayı temsil eder) Türk halkı kendinden olmayan, kendi gibi düşünmeyen ve kendi arzusunun dışında yenilik hareketlerini topluma empoze etmeye çalışan bir devşirme sınıfıyla yüzyıllarca yönetilmek zorunda kalmıştır. Bu sınıfın toplum içindeki rolleri, statü ve grup yapıları -araştırmacıların son zamanlarda yapmış oldukları sosyolojik ve antropolojik araştırmalarla- değişmemiştir ve ilişkiler akrabalık, yakınlık ve evlenmeler yoluyla hep taze kalmıştır (bkz. Türkdoğan, 2003; Çetin, 1998, Türkdoğan, 2002)
Türkçülüğün Yükselişi
Türkçülük fikri çok geniş kaynaklardan beslenmektedir. Osmanlı’da ilk önce dil ve edebiyat alanında ağır Osmanlı lûgatına karşı halkın anlayacağı ve daha basit bir dil yaratma, Türkçe sözlük, tercüme ve dili kullanma biçiminde görülen Türkçülüğün siyasî yönleri de bulunmaktadır. Lisan sahasında Türkçülük fikrinin ilk şuurlu izleri İbrahim Şinasî efendinin eserinde görülür. Şinasî’nin Türkçülük fikri, lisanın edebiyat şubesinde Ziya Paşa, lügat şubesinde Ahmet Vefik Paşa, filoloji araştırmalarında Mustafa Celâleddin Paşa tarafından işlenir. Ahmet Vefik Paşada ‘bütün Türklük” (Pantürkizm) temayülünden bazı emareler görülür. Celâleddin Paşa ise, Türk filolojisi ve tarihi ile meşgul olur. Osmanlı ülkesinde ilk defa batı kaynaklarından alınarak Türk tarihine, Türk etnolojisine dair yazılan eser. Celâleddin Paşa’nın “Eski ve Yeni Türkler” adlı filoloji, tarih ve siyasetten bahseden kitabıdır (Akçura, 2001, s. 30-31).
Akçura’nın Türkçülüğün ilk devresi olarak yukarıda zikrettiği isimlere ikinci devrede dış Türklerden Kırım’da Gaspıralı İsmail, Kazan Türklerinden Şahabeddin Mercanî, Zeki Velidî Togan; Azerbaycan Türklerinden Ahundzâde milliyetçilik görüşlerini açıkça belirtmişlerdir. Türkçülüğün üçüncü devresinde (1897-1900) ise Akçura; Şemseddin Sami Bey, Necib Âsım Bey, şair Mehmet Emin Yurdakul, Tunalı Hilmi beylerin eserleriyle Türkçülüğe hizmet ettiklerini söylemektedir (Akçura, 2001, s. 94). Tabiî bu arada Türkçülüğü ve Turancılığı siyasî olarak Tunalı Hilmi, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Hüseyinzâde Ali Bey, Hamdullah Suphi Tanrıöver’in aktif olarak savunduklarını da eklememiz gerekmektedir.
Nihâl Atsız ve grubunun, tarihe “Irkçılık-Turancılık” dâvası olarak geçen olaylardaki ifade ve tavırları da Türkçülüğün dördüncü devresinde ele alınmalıdır.
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRKÇÜLÜĞÜNE GENEL
BİR BAKIŞ
Atsız ve diğer Türkçüler, Cumhuriyet dönemi Türkçülük hareketlerinin özel şartları içerisinde değerlendirilmelidir. Cumhuriyet dönemi Türkçülük hareketinde 1923-1938 arası M. Kemal’in önderliğinde gerçekleştirilen ulus-devlet yapılanması; Türk Tarih ve Türk Dili Tetkik cemiyetlerinin, Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin kurulması, milliyetçilik ilkesinin Cumhuriyetin temel ilkeleri arasında yer alması, Türk Ocakları ve Halkevlerinde yapılan konuşmalar, Türk Tarihi Kongrelerinde konunun uzmanı yabancı ve yerli bilim adamlarının yapmış olduğu katkılar Osmanlı’dan farklı olarak Türklerin yeni bir tarih ve dil tezine, yeni bir “millet” anlayışına sahip olmalarını sağlamış ve nihayet Cumhuriyet dönemi Türkçülük/Türk Milliyetçiliği düşüncesine temel kaynak teşkil etmiştir. Kısacası: Osmanlı’da “çevre” de bırakılan Türk unsuru, Cumhuriyet döneminde atılan adımlarla “merkez”e taşınmıştır.
Cumhuriyet dönemine, oradan da günümüze kadar etkisini sürdüren Enderunî zihniyet, okullaşma süreci ile müesseseleşmiştir. Bizzat Enderun sistemi -ki buna Sabetay Sevi cemaatine mensup dönmeleri de katabiliriz- Osmanlı toplum yapısında, 19. yüzyıldan itibaren yürürlükten kalkmış olsa bile, “enderun olgusu” varlığını sürdürmeye devam etmiştir. 1492 İspanya göçü sonrasında Osmanlı topraklarına kabul edilen Sefarad Yahudileri, 500 yıl yaşadıkları Osmanlı topraklarında, özellikle Selânik’te Yakubî, Kapancı ve Karakaş alt gruplarıyla Sabetaycılık akımını sürdürmüşlerdir. Modern Türkiye’nin kuruluşu sırasında Kemalist ideolojinin önde gelen isimleri arasında Sabetaycı kökenli aydınların sayısı belirgin olarak dikkati çekmektedir. Bunlardan Halide Edip, Yakubî; Serteller (Mehmet ve Sabiha) Kapancı; İpekçiler (Abdi İpekçi gibi). Cavit Bey (İttihat ve Terakki Maliye Nazırı) ve Falk Nüzhet Bey Karakaşlar cemaatine mensupturlar. Dilberler, Atabekler ve Bezmenlerin yanında, Hasan Tahsin (İzmir’de ilk kurşunu sıkan) ve Coşkun Kırca da birer Sabetaycı olarak, Selânik’ten ayrıldıkları 1924’ten beri Kemalist sistem içinde aktif rol yüklenmişlerdir (Türkdoğan, 1999, s. 265)
3 Mayıs 1944 nasıl
“okunmalıdır?”
3 Mayıs 1944’te Ankara’da Ulus Meydanı’nda toplanan binlerce genç “komünist hainler”e karşı büyük nümayişlerde bulunmuşlardır. Onlar hiçbir yabancı ideolojiyi benimsemiyorlardı. Bu topraklardan çıkmamış, Türk insanı gibi düşünmeyen, yaşamayan ve onun bir parçası olmayan hiçbir görüşü kabul etmiyorlardı. 1940’lı yıllarda ve daha sonra N. Atsız ve arkadaşlarının çıkardığı dergilerde, broşür ve kitaplarda Osmanlı’daki devşirmelerin yönetimde yüzyıllarca süren hâkimiyetine yani bu gayri-Türk yapılanmaya karşı verilen mücadele yazıları; aynı zamanda komünizme ve Türkiye’deki uzantılarına karşı sert cevaplar içermekteydi. Çünkü yukarıda belirttiğimiz gibi Türk insanının tarihine, kültürüne ve inancına ters düşen hiçbir ideolojiyi Türkçüler benimsemiyordu. Atsız’ın Orhun 15. (1 Mart 1944, Başvekil Saraçoğlu Şükrü’ye açık mektup) ve 16. (1 Nisan 1944, Başvekil Saraçoğlu Şükrü’ye ikinci açık mektup) sayılarında yazdığı açık mektuplarla başlayıp, Sebahattin Ali’nin Atsız’ı dâva etmesiyle devam eden ve Atsız’ın 9 Mayıs’ta Ankara’dan İstanbul’a dönmek üzereyken önce kendisinin, sonra birçok başka kişinin tutuklanmasını izleyen bu süreç, Türk tarihinde Türklere yapılan en büyük haksızlıklardan birisi kabul edilmelidir. Bu, aynı zamanda Atatürk’ten sonra başa gelen yöneticilerin marksist düşünce ve kadroları nasıl bünyelerinde barındırdıklarını açıkça göstermektedir.
Bazı solcu yazarların o dönemde “ırkçı-Turancı” saydıkları kişilerin Nazi Almanyasından destek gördükleri (Özdoğan, 2002) ve hattâ daha ileri gidip para aldıkları iddiası ise (Akar, Türk Edebiyatı) tamamı hayâl ürünü, belgelere dayanmayan, iftiradan öteye geçmeyen safsatalardır.(*)
SONUÇ
3 Mayıs 1944, kendi milleti ve devleti için her türlü işkenceye tâbi tutulan, sürgün edilen ve hattâ bu yüce değerler için canlarını ortaya koyan insanların hapishanelere haksızca ve insafsızca atıldığı bir dönem olarak tarihte yer alacaktır. Atsız’ın 26 Nisan 1944’te başlayan ilk duruşma süreci, Atsız ve arkadaşlarının 31 Mart 1947 tarihinde beraatiyle sona ermektedir. Daha ilginç olan bir yön ise Atsız ve arkadaşlarının “Milliyetçi” bir yaklaşımla “gayri-millî” görüşlere karşı mücadele etmeleri, aslında, Sabahattin Ali ve Nihâl Atsız arasındaki dâva ve dâvanın yansımaları konusunda başlangıçtaki değerlendirmeye bütünüyle karşıt yeni bir değerlendirmeye gidildiğini gösteriyordu. Yani Atsız’ın 1944’te Orhun dergisinde, “Komünist” propagandası konusunda ortaya attığı iddialar resmî çevrelerce Mart 1947’deki duruşma sonunda artık geçerli sayılıyordu (Özdoğan, 2002, s. 114-115)
Türkiye’nin kritik bir dönemeçte olduğu bu zamanlarda Türk gençliği 3 Mayıs’ın ruhundaki Türkçülük ateşini sürekli tutmalıdır. 1940’larda Atsız’ın komünist ve dönme-devşirme takımına karşı verdiği mücadele, bugün kendilerini Müslüman Demokrat olarak görenlere karşı verilmeli, eski Rusya’nın bugün Amerika ve AB olduğu hatırımızdan çıkmamalıdır.
KAYNAKLAR
(*) Yakın zamanlardaki tartışmalar için bkz; Rıdvan Akar, Milliyetçiliğin resmî tarihi ya da ırkçılığa ihanet, Türk Edebiyatı, Aralık, 2002, s. 54.
Reha Oğuz Türkkan, Türkçüleri Karalama Gayreti, Türk Edebiyatı, Şubat, 2003, s. 30.
Reha Oğuz Türkkan, İnönü ile Hesaplaşma, Orkun, Temmuz 2003, s. 13.
1. Günay Göksu, Özdoğan, Turandan Bozkurt’a, tek parti döneminde Türkçülük (1931-1946), İletişim Yayınları, İstanbul, 2002.
2. Orhan Türkdoğan, Kemalist Sistem Kültürel Boyutları, Alfa Yayınları, İstanbul 1999.
3. Orhan Türkdoğan, Türk Toplumunda Aydın Sınıfın Anatomisi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2003.
4. Mahmut Çetin, Boğazdaki Aşiret, Edille Yayınları, İstanbul, 1998.
5. Yusuf Akçura, Yeni Türk Devletinin Öncüleri (1928 yılı yazıları), Kültür Bakanlığı Cumhuriyet Kitapları, Yayına Haz. Nejat Sefercioğlu, Ankara, 2001
6. Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, Marmara Üniv. İlâh. Fak. Yay. İstanbul, 1994.