Ana Sayfa 1998-2012 Viyana Kuşatması film olabilecek mi?

Viyana Kuşatması film olabilecek mi?

1960’lardaydı. Ben Amerikadayken.. New York Times gazetesinin pazar “Kitap” ekinde, haftanın “En çok satanlar” (Best Seller) listesine bir göz attım. Gene “1 Nu.”da “Mika Valtari” adında meçhul bir yazarın “The Wanderer” (gezgin) romanı boy gösteriyordu. Kaç haftadır gözüme takılıyordu. Merak ettim. aldım. Kapağı çevirir çevirmez iki sahifeyi kaplayan bir harita gördüm. Osmanlıların Kanunî devri imparatorluğunun haritası!

Yazar hakkında yazılanı okudum, Finlandiyalıymış. “The Egyptian” (Mısırlı romanı filme çevrilmiş. Hatırladım, ünlü artist Tyrone Power oynamıştı ve çok beğenmiştim. Bu seferki romanının asıl adı “Michail el-Hakim”miş ve 17 dile çevrilmiş (listede Türkçesi gözükmüyordu).

“Hızlı Okuma” yöntemimle bir hamlede okuyup bitirdim, dayanamadım, tekrar okuyup notlar aldım. Romancı Kanunî çağını anlatıyordu. Hürrem Sultan’dan tutun, Barbaros, Turgut Reis, Pirî Reis… hepsi vardı ve hem heyecan verici, hem de tarihî gerçeklere sadık şekilde anlatılıyorlardı. Birinci Viyana muhasarası da.

Yıllarca bu kitap aklımdan çıkmadı. Türkiye’ye kesin dönüş yaparken Valtari’nin romanının İngilizce çevirisini unutmayayım dedim. Aradım bulamadım. Birisi aşırmış veya “ödünç” almış “geri vermeyi unutmuş”! Kitapçılarda da kalmamış. “Neyse, sonra bulurum” dedim ama hep “bitti. yenisi gelmedi” cevabıyla karşılaştım.

Galiba 1980’lerdi. Danimarka’daki bir Türk ahbaptan rica ettim, o da İngilizcesini kitapçılardan bulamamış, Üniversitesinin kütüphanesinden “yürütmüş ”, bana yolladı. Yaptığıyla övünmediği için, buldu diye telefona sarılıp teşekkür ettim!

Film veya TV dizisi fikri

Kafama takmıştım, bu roman da “The Egyptian” gibi Hollywood’da bir film veya Avrupa televizyonları için bir dizi halinde çekilmeliydi. 8 dizilik bir senaryo özeti (sinopsis) hazırladım, kitabı basan Fin yayıncılarıyla temasa geçtim. Çok sevindiler, ama…

“Valtari Finlandiya’nın en ünlü romancısıydı, maalesef geçen yıl vefat etti. Hatırasına bir ithaf olur. Ama büyük savaş sahneleri (meselâ Mohaç meydan muharebesi) var, çok para lâzım, bizim gücümüz yetmez. Siz bir ortak yapımcı bulsanız belki olur. Meselâ, tarihin taraflarından biri olan Almanlar..” dediler.

Alman ZDF televizyoncularını tanırdım, TRT için onlardan birkaç belgesel almıştım. Bonn’a gittim ve teklifi götürdüm. Mırın-kırın ettiler, “şiddete karşıyız, çok kanlı sahneler gerekecek” gibi kaçamaklarda bulundular.

O gece otelimde televizyonu açtığımda ZDF yapımı bir film seyrettim. Aman yarabbi! Ne şiddet! ne kan! Pansiyon işleten bir kadın kocasını turist müşterilerinden bir kızla yakalayınca ikisini de vurur öldürür, cesetlerini balık doğradığı koca makineye parça parça sokup kıyma yapar, yerler kan gölüne döner!

Hemen telefona sarıldım, ZDF yapımcısını evinde yakalayıp çattım. Alttan aldı, “gözden kaçmıştır, olur böyle şeyler” diye mırıldandıktan sonra, Türk hükümetini ortak yapımcı yapmamı tavsiye etti. “Osmanlı Türklerinin Viyana önlerine kadar gelişini ekranda göstermek hoşunuza gitmedi, değil mi?” deyip işi orada kapattım.

Mesut Yılmaz’dan

medet ummak!

Ama unutamadım. Genç olmasam da şimdiki gibi doksanıma yaklaşmış değildim. Ankara’ya gidip o zamanın başbakanı (yoksa henüz Kültür Bakanı mıydı?) Mesut Yılmaz’a anlattım. İlgilenmiş göründü, ama…

Bu sefer de erteleme oyunu… Video kaset korsancılarına karşı bir yasa hazırlamak için bir komisyon kurmuşlar, beni de başkanı yapmışlar. O iş bitince Valtari konusunu görüşürmüşüz…

“Ben ne anlarım bu video yasasından” diye itiraz ettimse de, öteki projeyi çıkmaza sokmasınlar diye razı oldum. Birkaç ay böyle geçti, hükümet değişti, bizim proje rafa kaldırıldı.

Bayağı içerledim, ama yapacak bir şey yoktu.

Gayretli bir kız

Seneler geçti. Bir doktor hanımın daveti üzerine bir kitap sohbeti yaparken, tarihimizin şanlı ânını -hem de yabancı kaleminden- bu kadar güzel yazan bir romanın hâlâ çevirisinin yapılmamış oluşuna üzüldüğümü anlatırken, film-dizi şansını kaçırışımızı da dile getirdim.

Hikâye daha bitmedi.

Aylar sonra Gülşah adlı bir genç kız telefon etti, o kitap sohbetinde bulunduğunu, heyecanlanıp Valtari’nin romanını (hem de ingilizcesini) Amerika’dan buldurup getirdiğini ve tercümeye başladığını bildirdi. 40 sahifesini bana da postalamış, fikrimi soruyormuş. Maşallahtan başka ne denir! Gülşah hanımın İngilizcesi de, Türkçesi de çok iyi çıktı (geçen hafta da kitabın tamamının çevirisini bitirdiğini müjdeledi).

“Kurtlar Vadisi”de

lâfa karışıyor!

Hikâyeyi son dakka bir gelişmeyle bağlayayım:

“Ekonomist” dergisinin 12 Şubat 2006 tarihli sayısını ancak şimdi (yani birkaç gün önce) okumak fırsatı buldum. “Medya” bölümünde, “Kurtlar Vadisi-Irak” filminin yapımcısı Mehmet Çelebiyle bir röportaj vardı. İlginç bir işadamı: Suriye’de, Türk kökenli bir ana babadan doğmuş, ayrıca da ABD vatandaşlığı bulunuyor. Üç vatandaşlık sahibi! Amerika’da finans yöneticiliği yapmış, zengin olmuş. Hollywood’da BMH Worldwide Entertainment şirketinin kurucusu.

Kurtlar Vadisini çevirince Hollywood dünyasında Türkiye hakkında büyük bir ilgi başlamış. Röportajda özellikle çerçeve içinde verilen kısmı dikkatimi çekti; aynen şöyle:

“Mehmet Çelebi, Türkiye’de işlendiğinde ses getireceğini düşündüğü konuların başına Osmanlı ve Atatürk’ü koyuyor. Şunları söylüyor: Onca tarih filmi çekildi, ama Osmanlı yok aralarında. Bir Osmanlı filmi ya da Viyana Kuşatması gibi; başarısız olsa da hâlâ Avrupalıyı titreten bir olay olarak hafızalardaki yerini koruyor…”

Mehmet Çelebi bu ümitlerle Hollywood’dan kalkıp tekrar Türkiye’ye gelmiş. “iki proje için geldik 23 projeye ulaştık. 5 proje üzerinde duruyoruz” diyor. Maliyetleri 10 milyon doların üzerinde olurmuş.

Birden ayağa fırladım. Kanunî’nin Vİyana muhasarasını anlatan Valtari’nin romanı tam biçilmiş kaftan! Mehmet Çelebi’yle temas yollarını başladım aramaya. Sonra durup düşündüm. Bu yaşta bana mı düşer bu işler? Var mı kolları sıvayacak başkaları?

Hikâyenin sonu.

 

Orkun'dan Seçmeler