Ana Sayfa 1998-2012 Vatansız kalan Türkler

Vatansız kalan Türkler

Röportaj:

BİLİNDİĞİ gibi, Türkelinin çeşitli bölgelerinden Türk yurtları ile ilgili haber ve röportajlar yapmış ve bu çalışmalarımızı Orkun’da yayınlamıştık. Bu sayımızda da sürgün ve soykırımlarının yıldönümünde Ahıska Türklerinin durumunu gözler önüne sermeyi, içinde bulundukları sıkıntı ve maruz kaldıkları insanlık dramını duyurmak istedik. Kendisi de bir Ahıska Türkü olan, Gazi Üniversitesi Türk Dili Bölümü O.K. Yunus Zeyrek ile yaptığımız söyleyişi okuyucularımıza aktarmayı bir borç bildik.

Hasan Orhan: Sayın Zeyrek, Ahıska Türkleri kimlerdir? Ahıska Türkleri ile ilgili bilgi verir misiniz? Ahıska neresidir?

Yunus Zeyrek: Ahıska, 300 yıl beylik merkezi ve 250 yıl da Osmanlı Devleti’nin Çıldır eyaletine başkentlik yapmış tarihî bir Türk şehridir. Ahıska şehri, Türkiye’nin kuzeydoğusunda, Ardahan ilimizle sınır teşkil eden Gürcistan sınırları içinde yer alan, çok eski bir Türklük yurdunun merkezidir. Abustuban, Adigön, Aspins, Ahılkelek, Azgur ve Kırtım gibi kasabaları ve bu kasabalara bağlı 200 kadar köyü vardır. Ahıska, Türkiye sınırına 15 km mesafede bulunmaktadır. Posof çayının iki yakasında yer alan şehir, karayolu ile Tiflis, Batum ve Türkiye’ye, ayrıca Türk sınırının çok yakınına kadar uzanan bir demiryolu ile Tiflis’e bağlıdır. Ardahan ilimizden geçen Kür ırmağı, Ahıska altında Posof ve Adıgön çaylarıyla birleşerek Hazar denizine doğru akar. Bu ırmaklar tarafından sulanan Ahıska toprakları tarıma elverişlidir. Bu bölge linyit yatakları yönünden çok zengindir.

Hasan Orhan: Ahıska Türklerinin Türk tarihindeki yeri ve önemi hakkında aydınlatıcı bilgi olarak neler söyleyebilirsiniz?

Yunus Zeyrek: Ahıska ve çevresinde Türklük tarihinin milattan öncelere gittiği bilinmektedir. Tarih kaynakları, Büyük İskenderin Kafkasya’ya geldiği tarihlerde, buralarda Bun-Türk ve Kıpçak Türklerinin yaşadığını bildirmektedir. Ahıska Türklerine, bir ara basınımızda Meshet/Mesket yahut Gürcülerin dediği gbi Meshi demek doğru değildir. Ahıska Türklerinin arasında böyle bir kelime yoktur. Ahıska Türkleri Kıpçak Türklerinin hatırasıdır. Bütün olumsuz şartlara rağmen onlar kendilerini Türk ismiyle tarif etmişlerdir.

Bu bölgede Türk unsurunun en önemli faaliyeti, XI. yüzyıl başlarında Gürcistan Devleti içindeki askerî, idarî ve malî faaliyetleridir.

Selçuklulara karşı savaşacak ordusu bulunmayan Gürcistan, Kıpçak Türklerini davet etmiş, onların çıkardığı güçlü ordularla ülkeyi korumuş hattâ genişletmiştir. Gürcü devlet organlarında, özellikle ordu ve maliyede Kıpçak kudretinin izlerini görebiliyoruz. Kutlu Aslan ve Ak Buğa adlı Kıpçak beyleri zamanında Gürcistan, Kraliçe Tamar’la en güçlü çağını yaşamıştır.

Gürcülerle din birliği bulunan Kıpçak Türkleri, zamanla güçlenmiş ve İlhanlılar çağında, Tiflis’e karşı çıkarak beyliklerini ilân etmişlerdir (M.S.1268). Çıldır Atabekleri denilen bu beylerin, Posof-Çaksu, Altunkale, Ardanuç ve Ahıska gibi merkezlerle bu merkezlerin çevresini yurt tutup Gürcistan’dan ayrılınca bu ülke de uzun zaman ayakta kalamamıştır.

Ahıska Kıpçak Atabekliği, Gürcü kaynaklarında Sa-Atabago (Atabek Yurdu) olarak geçmektedir. XVI. yüzyılın başlarında Ahıska Atabekleri Hükûmetini n sınırları Azgur’dan Kars, Artvin, Acara, Tortum, İspir ve Erzurum’a kadar uzanıyordu. Bugünkü halk kültüründen de anlaşılıyor ki, Ahıska Türkleri ile Posof, Ardahan, Artvin, Ardanuç, Şavşat, Yusufeli, İspir, Tortum, Narman ve Oltu halkı aynı köktendir.

Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Safevî nüfuzu altında kalan Ahıska Atabeklerinin toprakları, Lala Mustafa Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşanın Kafkasya seferi sırasında Osmanlı ülkesine katıldı (M.S. 1578). Bu fetihten sonra Ahıska şehri yeni kurulan Çıldır eyaletinin başkenti oldu. 250 yıl boyunca Osmanlı eyalet merkezi olan Ahıska şehri, Osmanlı Devleti zamanında önemli bir kültür ve ticaret merkeziydi. Ahıska ve çevresinin halkı da Anadolu Türklüğünün tabiî bir parçasıydı. Bu bölgeden yetişip Osmanlı mülkî, askerî ve ilmî tarihine geçen birçok değerli insan vardır. Bu konuda, “Osmanlı tarihinde Ahıska ünlüleri” başlıklı çalışmamız devam etmektedir.

Ruslar, XIX. yüzyıl başlarında Osmanlı topraklarına birkaç saldırı düzenlemiş, fakat bir sonuç alamamışlardı. Yeniçeri ocağının kaldırılması ve Navarin felâketi, Rusların işini kolaylaştırdı. Bu fırsattan yararlanan Ruslar, 1828 Ağustosunda yeniden Osmanlı Devleti topraklarına karşı saldırıya geçtiler. Kars ve Ahılkelek’i ele geçiren Rus kuvvetleri, Ahıska’ya yöneldi. Çetin muharebeler yapıldı. Ahıska’yı almakta zorlanan Ruslar, bir gece vakti şehri ateşe verdiler. Ertesi gün şehri, küller içinde ele geçirdiler. Bu savaşta, Ahıska halkının şanlı mücadelesi tarihe geçmiştir. Bu savaşlarla ilgili büyük bir eser hazırlayan Ahmet Muhtar Paşa, şöyle demektedir:

“– Ahıska halkı, Türk celâdet ve kahramanlığını Ruslara göstermiştir. Dünya savaş tarihinde Türkler en büyük bir celâdet sayfası açan Ahıska kalesi savunmasında, Rus askerî yazarlarının dedikleri gibi, kadınları dahi, Asep melekleri gibi, yalın kılıç Rus askerlerinin üzerine bir Bozkurt gibi ilâhî bir yiğitlikle atılıyorlar, kanlara bulanarak ateşler içinde yanarak, vatanları uğrunda tatlı canlarını Tanrı’ya teslim ediyorlardı.”

Ahıska stratejik bakımdan da çok önemli konumdaydı. Ne yazık ki devlet büyüklerimiz bu önemi kavrayamamış, tarihî düşmana fırsat vermişti. Posoflu Fakiri, durumu şöyle dile getirmişti:

Ahıska gül idi gitti.

Bir ehli dil idi gitti.

Söyleyin Sultan Mahmuda,

İstanbul’un kilidi gitti.

Gerçekten de Ahıska’nın düşmesinden sonra Rus orduları, doğudan İstanbul’a doğru 500 km.lik yol almış, Sivas’a kadar gelmişlerdir.

Edirne Anlaşmasıyla Osmanlı’dan ayrı düşen Ahıska, Rus, Gürcü ve Ermeni ittifaklı Hristiyan zulmü sebebiyle, Anadolu’ya doğru başlayan göçler yüzünden Türk nüfusunun bir kısmını kaybetmiştir. Buna rağmen, eski bir Türklük bölgesi ve tarih mirasına sahip olan Ahıska, Türk kimliğini korumuştur.

Hasan Orhan: Çarlık Rusyası ve akabinde Komünist Sovyetler döneminde Ahıska Türkleri ne gibi zulümlere maruz kaldılar? Bu dönemin Ahıska Türklüğünde bıraktığı içler nelerdir?

Yunus Zeyrek: Çarlık rejimi altında doksan yıl kalan Ahıska ve çevresi, her türlü kültürel ve medenî gelişmelerden mahrum kaldı. Rus Gürcü ve Ermeniler, bu bölgede yaşayan Müslüman Türk nüfusu yok etmek için elden geleni yapmışlardır. Baskı ve zulümlerle halkı göçe zorladılar. Bugün Anadolu’nun muhtelif yerlerinde bu Ahıska muhaciri ailelere tesadüf edilir.

1917’de Rusya’da Komünist ihtilâli oldu; Çarlık yıkıldı. Sovyet yönetiminin ilân ettiği “oto determinasyon” hakkından yararlanan Ahıska Türkleri, Brest-Litovsk Antlaşması’yla Türkiye’ye iade edilen Kars, Ardahan ve Batum’la birlikte, 1918 nisanında Türkiye’ye katılma kararı aldılar. onların bu isteği, 4 Haziran 1918’de yapılan Batum Antlaşması’nda Gürcistan Cumhuriyeti tarafından da kabul edildi. Böylece Türkiye’nin bu bölgedeki sınırı, 1828 sınırına ulaştı ve Ahıska’nın Türkiye hasreti sona erdi.

Ne yazık ki, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile Türk ordusu Ahıska’yı terk etmek zorunda kaldı. Bölge, Ermeni ve Gürcülerin işgaline bırakıldı. 1921 Şubatında Halit Paşa komutasındaki Türk askeri Ahıska’ya tekrar girdi. 16 Mart 1921’de Türkiye ile Sovyet Hükûmeti arasında imzalanan “Moskova Antlaşması”, Batum’la birlikte Ahıska’yı da yeniden anayurttan ayırdı. Ordumuz buradan çekildi.

Ahıska ve çevresi Soyvet Gürcistanı’na bırakıldıktan sonra ahalinin topraklarına el konuldu ve 1927 yılında Kolhoz rejimi uygulanmaya başlandı. Buna paralel olarak millî kimlikleri tanınmadı; ya Gürcü, ya da Azerî olarak tasnif edilmeye başlandı. Ahıskalıların üzerinde iki milletin baskısı birden hissediliyordu. Rus ve Gürcü baskısı, her ikisi de bölgedeki derin Türklük izlerini silme noktasında birleşiyordu. Hürriyetler kısıtlandı. Türk unsuru, Rus ve Gürcü kültürü içinde eritilmek istendi. Önceleri okullarda Azerî Türkçesi olan eğitim dili, Stalin zamanında Gürcüce olarak dayatıldı. Türkçe şahıs-isimleri yerine Gürcü isimleri verilmeye başlandı. Bu dönemde aydınlar, sebepsiz ve haksız yere tutuklanıyor, sorgulanıyor, yıldırılıyor, sürülüyor hattâ öldürülüyordu.

Bu ağır şartlar devam ederken İkinci Dünya Savaşı başladı. O tarihe kadar Ahıskalıları askere almayan Sovyet yönetimi, 40.000 civarında genci silâh altına alarak Alman cephesine gönderdi. Geri kalan yaşlılarla kadınlar da demiryolu kampanyası adı altında yol inşaatında çalıştırıldı. Sadece Ahıska Türklerinin çalıştırıldığı demiryolu, yine onları, memleketten ebediyyen ayıracak olan trenlerin gelmesine sebep olacak ve birkaç saat içinde koca bir memleketi insansız, sahipsiz bırakacak sürgün yaşanacaktı…

Kars, Artvin ve Ardahan’ı Sovyet Gürcistanı’na katma düşüncesiyle hareket eden Stalin, Türkiye sınırına yakın olan bu bölgedeki Türk varlığını ortadan kaldırmak istiyordu.

15 Kasım 1944 tarihine gelindiğinde, o acı haber geldi. Ahıska ve çevresinin Türkleri, bölgeden sürülecekti. Gece yarısı köyleri basan ordu birlikleri halkı bir iki saat içinde toplayıp kamyonlarla istasyonlara getirdiler ve sürgün başladı. Nüfusunun büyük bir kısmını sürgün yollarında kaybeden Ahıska Türkleri hasta, yorgun, bitkin ve aile efradının birçoğunu kaybetmiş olarak Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’a ulaştılar. Alman savaşına katılan binlerce Ahıska Türk genci cephelerde ölürken, bunlardan aile ocağına dönenler korkunç bir gerçekle yüz yüze geldiler. Kendilerini askere uğurlayan anaları, bacıları ve kardeşlerinden hiçbiri yoktu. Çaresizlik içinde ailelerini aramaya başladılar.

Hasan Orhan: Ahıska Türklerinin sürgün yıllarındaki olumsuz hayatları ile şu andaki durum nedir? Nereye gitti koca bir Türk toplumu? Dünyanın nerelerinde ne gibi şartlarda yaşamaktadırlar?

Yunus Zeybek: Sürgün yıllarında Ahıska Türklerinin sürgün ve soykırımı dünya kamuoyundan tam 12 yıl saklandı. Özel bir yönetim altında kamp hayatına mahkûm edilen bu insanların trajedisi gizlenmeye çalışıldı. Ahıskalıların tabi tutuldukları sıkı rejim, 1956 yılında kaldırıldı. Fakat vatana dönüşlerine izin verilmediği gibi müsadere edilen mal mülk ve değerli eşyaları da kendilerine iade edilmedi. Daha sonra göstermelik olarak dolaşma, çalışma ve partiye girme hakları tanındıysa da daimî göçmen statüsüne tabi tutuldular.

1968 yılında çıkan KP kararnamesinde, sürgün Ahıska Türklerinin istedikleri yerlerde yaşayabilecekleri ve çalışabilecekleri söylense de, sözde ikamet, seyahat ve çalışma hürriyeti de onlara fazla bir şey vermedi. 2. Dünya Savaşı yıllarında sürülen bütün halklar kendi yurtlarına döndükleri hâlde, Ahıska Türklerine bu hak verilmiyordu. Yılmadan yürüttükleri vatana dönüş çabaları da bir türlü sonuçlanmıyordu. 1989 yılının ilkbaharı, Ahıska Türklerine yeni bir kan ve gözyaşı getirdi. Özbekistan’ın Fergana vadisinde hâlâ aydınlanamayan Rus provakasyonu olduğu anlaşılan terör rüzgârı esmeye başladı. Çıkan pazaryeri olaylarında yine birçok Ahıska Türkü öldürüldü. Bu olaylardan sonra Özbekistan’dan da sürgün başladı.

Bugün 500 bin civarında Ahıska Türkü, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Ukrayna, Sibirya ve Kuzey Kafkas ülkelerinde darmadağınık bir hâlde hayat mücadelesi vermektedirler. 1990’lardan itibaren iyice çözülen Sovyet bloku ülkelerinden Gürcistan, Ahıska Türklerinin vatana dönüş isteklerini duymazlıktan gelmektedir.

1996 yılında seyahat ettiğim Ahıska’da birçok köyün tamamen boş olduğunu gördüm. Ahıska şehrinde ve Adıgön ilçesinde ise resmî devlet görevlilerinin dışında göze çarpan Gürcü nüfusu görmedim. Kırsal kesimi tenha olan Ahıska bugün bir Ermeni şehri yapılmaya çalışılmaktadır. Gürcistan Devleti Ahıska ve Ahılkelek’te oluşan Ermeni gerçeğini görmemektedir. Zira Ermeniler burada önce özerklik ve daha sonra da Ermenistan’la birleşme, hattâ Karadenize açılma emelleri peşindedir. Ne yazık ki Türkiye’nin bu gerçeği gördüğünden emin değiliz. Ahıska meselesi sanki Ahıska Türklerinin meselesi olarak görülmekte ve maalesef ciddîye alınmamaktadır. Halbuki bu mesele en az Kıbrıs meselesi kadar önemlidir. Türk dünyasına giden yolların ve Bakü-Ceyhan boru hattının geçtiği bu bölgenin Ermenilerle meskûn olduğu hesaba katılmalıdır.

1922 yılında Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti tarafından çıkarılan 3835 nolu Ahıska Türklerinin kabul ve iskânına dair kanun gereğince bir gurup Ahıskalı getirilerek Iğdır’a yerleştirilmiştir. 2003 yılına gelinmesine rağmen Ahıskalıların durumlarında kayda değer bir iyileşme sağlanamamıştır. İnsanların çoğu birçok devlette yaşa dışı göçmen statüsünde çok zor şartlar altında yaşamaktadırlar. Türkiye artık bu toplumu görmelidir. Ahıska kapılarının açılması için gereken diplomatik çabalar sürdürülmelidir. Ahıska Türklerinin vatana dönmesine izin vermeyen Gürcistan’la ciddî görüşmeler yapılmalıdır.
 

Orkun'dan Seçmeler