Dilimizin üzerinde sık sık kara bulutlar dolaşıyor. Gaflet, dalâlet, hatta hıyanet yüklü olan bu bulutlar, sağanak hâlinde Türk diline musallat oluyor; ondaki güzellikleri yok etmeye çalışıyor. Sonuçta olan, güzel dilimize oluyor. Dilimiz güzelliğini, zenginliğini, dinginliğini yitiriyor, yapısı bozuluyor. Dilimize bunları reva görenlerin kimisi yazar, kimisi reklâmcı, kimisi de “çevirmen”.
Bakıyorsunuz, çok satılan (satan değil) bir gazetenin yazarlarından biri, köşesindeki bazı yazılarında kelimeleri eğerek, bükerek, kendince değiştirerek yazıyor. Söz gelişi, “gayrı” yerine “gayrim” diyor. Kelime sonlarındaki ‘r’leri atıp “geliyor’u “geliyo” “bir”i “bi” diye yazıyor. Aklınca halk ağzıyla yazıp halka hitap ediyor(!) O yazarın başka bir tutkusu daha var: Cümleleri kendince bölüyor, ortaya çıkan parçaları, başlarına “-” koyarak alt alta sıralıyor. Bu onun “özgün” yazı biçimi oluyor (!) Böylece Türkçenin güzel kelimeleri bozulmuş, dilbilgisi kuralları “güme gitmiş”, kimin umurunda? Oysa o yazar kelimeleri bozmadan, dil kurallarına uyan yazılar da yazabiliyor. Ama, nedense, bu garip fantezisinden bir türlü vazgeçemiyor. Böylece dilimizi yıprattığını, belki de, düşünemiyor ve bu “gaflet yumağı”nı du rmadan büyütüyor.
Dilimizi yıpratma kervanına bir de “reklâmcı”lar katıldı. Televizyonlardan yayınlandıkları için bunların reklâmları daha da yıkıcı olabiliyor. Bakıyorsunuz, bebek arabası ile internet tanıtımı yapmağa yeltenen çirkin mi çirkin bir hatun (acaba gerçekten öyle mi?), bet sesiyle “Ne duruyonuz? Neden acele etmiyonuz?” gibi Türkçenin canına okuyan bağırtılarla hem gözlerimizi hem de kulaklarımızı tırmalıyor. Başka bir reklâmda kokoreççi ile kestanecinin vıcık konuşmalarını dinlemek zorunda bırakılıyoruz. Bir başkasında Hacıağa kılıklı biri, ünlü bir bankanın internet adresini kelimeleri yaya kısalta tekrarlıyor. Bu tür örnekler giderek çoğalıyor. Bütün bunlar, olumsuz yönden de olsa, ilgi çekmek için yapılıyor. Ama Türkçemizin güzellikleri bu “ilgi çekme”lere kurban ediliyor. İşin üzücü yanı, çocukların ve bir takım düşüncesizlerin o yavşakça sözleri hemen benimsemeleri, taklit etmeleri ve onlara benzer biçimde konuşmaya başlamalarıdır. Böyle reklâmları gözlerimiz ve kulaklarımıza sokanlar, üç-beş kuruş fazla kazanma uğruna dilimizi kundaklamaya yol açan “dalâlet” sahipleri değil de nedirler?
Dilimizi torpilleyen başka bir akım, yabancı dil (daha doğrusu İngilizce) düşkünlüğü. Bunun örnekleri, özellikle çevirilerde görülüyor. Son günlerde gözden geçirmek zorunda kaldığım “bilişim-iletişim” konulu üç sözlük, parmağımı şaşkınlıktan ağzımda bıraktı. Üçünün de madde başlıkları İngilizce. Bunların “çeviri” olduğu belirtileninde, İngilizcesi aynen aktarılan madde başlıkları için Türkçe karşılıklar konulması zahmetine bile girilmemiş, yalnızca terim açıklamalarının çevirisi yapılmış. Öteki ikisinde terimleri Türkçeleştirme üzerinde durulmuş, İngilizce olan madde başlıklarına Türkçe karşılıklar bulunmaya çalışılmış olmakla birlikte, sözlüklerin sonuna Türkçe buldurular (indeksler) konulmadığı için, Türkçe karşılıklarından İngilizce olan madde başlıklarına ulaşmak mümkün olamıyor. Yani, bu oldukça hacimli sözlükleri hazırlayanlara göre, bilişim-iletişim alanları ile uğraşanların ana dillerini bir yana bırakıp İngilizce öğrenmeleri gerekli. Madde başlıkları İngilizce olan bu sözlüklerin açıklamalarını Türkçeye çevirmek ne işe yarar ki? O terimleri öğrenmek gayretinde olanlar, onların açıklamalarını da o dildeki metinden okuyup anlayamazlar mı? Bu sözlük “çevirici”leri, İngilizce terimleri kullanmada öylesine müfritler ki, “bilgisayar” gibi, “delikli kart” gibi Türkçeye kazandırılmış, yerleşmiş terimler bile onları ırgalamıyor! Varsa, yoksa İngilizceleri. Kendileri bir yolla İngilizceyi öğrenmişler ya, başkaları umurlarında değil. “Onlar da İngilizceyi öğreniversin”, deniliyor. Yani, bilim ve teknik ile ilgili birtakım alanlarda Türkçe terimler oluşturmak yerine, tam bir “sömürge aydını anlayışı” ile, onların İngilizcesini kullanmak ve kullanılmasını özendirmek marifet sayılıyor. Bu, kanaatimizce, Türkçeye ihanetten başka bir şey değil. Yabancı dille yapılan ve ana okullarına kadar sokulan yabancı dille öğretimin acı ve tabiî sonucu. Böylelikle kendi diline, kendi kültürüne, kendi milletine yabancı nesiller yetişiyor. Onlar, milletlerinin diliyle konuşmayı, yazmayı “zül” sayıyorlar; sonra da, ukalâ ukalâ, Türkçe’nin “bilim dili olamayacağı” palavrasını savuruyorlar. Eğitimi, böyle garip yaratıkları söz sahibi etme derekesine düşüren her dönemin eğitim yetkilileri, bu eserleri ile ne denli öğünseler yeridir. Köksüz, dayanaksız, kendi toplumuna yabancı, kendi toplumu ile konuşarak anlaşabilme imkânından yoksun bulunan bu zavallı nesiller “millet” gerçeğini inkâr etmesinler de ne yapsınlar? Neden “küreselleşme” oyununun peşinde koşmasınlar?
Vah Türkçem vah! Eyvah milletim, eyvah!