Ana Sayfa 1998-2012 Türkçülüğün Temel İlkeleri: Vatan Neresi?

Türkçülüğün Temel İlkeleri: Vatan Neresi?

Milletler, Tanrı’nın ve tarihin kendilerine biçtiği kaderi yaşayarak gelişirler. Bu kader çizgisi, onlara yer yüzünün belli bir toprak parçasını nasip etmiştir. Üzerinde yaşadıkları toprak, milleti ve onun fertlerini barındırır, tehlikelerden korur, tabiî zenginlikleriyle doyurur, giydirir, çoğaltır ve devamlılığını sağlar. Bu sebeple, bir bakıma ana baba gibidir. Milletler, sevgiyle bağlandıkları topraklarına “vatan” adını verirler.

- Reklam -

Vatan, sadece maddî imkânlar sunan alelâde bir arazi parçasından ibaret değildir. Milletlerin yüzyıllarca süren tarihî maceraları, vatan kavramına yeni özellikler ve zenginlikler kazandırır. Milletlerin, hayatiyetlerini sürdürebilmeleri için, üzerinde yaşadıkları toprakları korumaları gerekir. Bu yolda uğraş verilir, can verilir, kan verilir. Toprak, bu kanla sulanır ve yoğrulur. Vatan için can verenlerin destanları ağızdan ağıza yayılıp asırlarca söylenir. Onların hâtıralarını anmak üzere dikilen anıtlar vatan toprağını dört yanını süsler. Milletin sanat anlayışını ve millî zevkini yansıtan mimarî eserler toprağın mûtena köşelerinde yükselir. Yeni şehirler kurulur, bayındırlık eserleri günden güne çoğalır. Böylece, o millet toprağa kendi damgasını vurur. Toprak, basit bir arazi parçası olmaktan çıkıp daha aziz ve daha yüce bir kavram hâline dönüşür, vatanlaşır. Bütün bir tarih boyunca edinilmiş tecrübeler ve hâtıralar, görünmeyen fakat kuvvetle hissedilen bir varlık, âdeta bir ruh gibi vatanın havasında teneffüs edilir. Herhangi bir arazi parçası olan toprak, mâneviyatla yoğrula yoğrula vatan hâline gelir. Bizi besleyen, barındıran, büyüten, çoğaltan, yaşatan vatan gözümüzde bu sayede kutsallaşır.

•••

Milletlerin yerleştiği veya oluştuğu topraklar, uzun yüzyıllar süren gelişmeler sonucunda vatan hâlini almıştır. Asya ve Afrika’daki toplulukların çoğu, en eski zamanlardan beri belli topraklar üzerinde yaşamaktadır. Ancak, diğer kıt’alar için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.

Asya’da Çinliler, Japonlar, Koreliler, Tibetliler, Kamboçlar, Malezyalılar, Farslar tarihçe bilinen dönemlerden beri aynı toprak üzerinde yaşamışlardır. Bununla beraber, bugünkü İran halkının, yerlilerle kuzeydoğudan gelen arî toplulukların kaynaşmasıyla ortaya çıktığını unutmamak gerekir. İran’ı istilâ eden kavimler, Hint-Avrupa dilini yaygınlaştırmışlar, Med ve Pers siyasî birliklerini kurmuşlardır.

Kuzeydoğudan gelen başka arî kavimler ise, Hindistan’da yaşayan yerli topluluklarla birleşip eriyerek Hint topluluğunu meydana getirmişlerdir.

Afrika, topluca zencî olarak adlandırılan siyah derili toplulukların vatanıydı. Bunlar kabileler hâlinde ayrılmışlar, siyasî birlik şuuruna uzun zaman ulaşamamışlardır. Sömürgecilik amacıyla Afrika’ya gelen beyaz Avrupalılar ise burada hep azınlık hâlinde kalmışlardır. Siyasî hâkimiyetleri sona erince de, çoğunlukla anavatanlarına dönmüşlerdir. Güney Afrika’da yerleşen Hollandalılar, burada kurdukları cumhuriyetteki egemenliği bir süre silâh zoruyla elde tutmuşlarsa da, sonunda yönetimi zenci çoğunluğa terk etmek zorunda kalmışlardır.

- Reklam -

Avrupa, daha karmaşık bir manzara göstermektedir. İskandinav halklarını hariç tutarsak, hemen hiçbir Avrupa toplumu, meselâ Çinliler ve Japonlar gibi, eski çağlardan beri aynı topraklar üzerinde yaşamamışlardır. Avrupa’nın bugünkü etnik görünümü, Hunların başlattığı Kavimler Göçü sonunda şekillenmiştir. Bir Cermen kavmi olan Franklar, Kavimler Göçü sonunda Galya’ya yerleşmişler ve burada ilk devletlerini kurmuşlardır (5. yüzyıl). Yine Kavimler Göçü sebebiyle Britanya adalarına göç eden Angllar ve Saksonlar, bugünkü İngiltere’nin temelini atmışlardır. (England adı Angl ülkesi anlamına gelmektedir). Bunların kaynaşmasıyla Anglo-Sakson deyimi ortaya çıkmıştır. Britanya adasının kuzeyinde Pictler; Scotlar (Dalriadalı İrlandalılar), Bretonlar, Angllar ve fatih olarak gelen İskandinavlarla kaynaşarak İskoçya adını alan topraklarda yeni bir toplumun meydana gelmesini sağlamışlardır. Kavimler Göçü, Vandalların, Vizigotların, Süevlerin ve Alanların İberik Yarımadasına yerleşmesi ve buradaki yerli halkı içlerinde eriterek bugünkü İspanyolların meydana gelmesi sonucunu vermiştir. M.Ö. 8. yüzyılda başlayan Etrüsk yerleşimini daha sonra Yunanların, Keltlerin, Pönlerin istilâları takip etmiş, en eski yerleşik halk olan Lâtinler, yeni gelen topluluklarla bütünleşmişlerdir. Daha sonra bu bütünleşmeye İtalyotlar, Vizigotlar ve 6. yüzyılda kalabalık kitleler hâlinde yarımadaya göç eden Lombardlar da katkıda bulunmuşlardır. Bugün, İtalya’nın en eski halkları olan Picentelerden, Vestinlerden, Samnitlerden, Lapigi halkından, Venetlerden bahsedilmesi imkânı yoktur.

Cermen kavimlerinin (Saksonlar, Franklar, Burgundlar, Gepidler, Gotlar, Skirler, Vandallar vb.) Avrupa’ya yayılarak yeni milletlerin oluşmasına yol açtıkları görülmektedir. Anayurtlarında kalan Cermenler, daha sonra Alaman kabilesinin çevresinde yoğunlaşarak, yaşadıkları toprakların Almanya adını almasını sağlamışlardır. Yunanistan ise, önce Mikenlerin, sonra Dorların ve Akaların istilâsına uğramıştır. M.Ö. 2. bin başlarında, kuzeyden gelen Hint-Avrupalılar, kendi dillerini hâkim kılmışlardır. Buradaki yerli halk, işgalcilerle karışmış ve kendilerine Hellen adını vermiştir. Günümüz Yunanlıları, kendilerini eski Hellen kültürüne bağlamakta iseler de, bugünkü Yunanlarla eski Hellenlerin, hele Hellen öncesi dönemin fazla bir bağlantısı yoktur.

Amerika’ya gelince: Sömürgeci Avrupalılar, Güney Amerika topraklarını işgal ederken, ateşli silâhların gücüyle yerli halkı ya tamamen imha etmişler yahut iç kesimlere sürmüşlerdir. Ancak, nüfus yoğunluğu sebebiyle bu halklarla karışmaktan da kaçınamamışlardır. Bugün Güney Amerika’da daha çok melez halklar yaşamaktadır. Avrupa’dan yapılan sürekli göçlerle buraların yeni bir vatan hâline getirilmesi ancak 16. yüzyıldan itibaren mümkün olabilmiştir.

Kuzey Amerika nüfusu ise, hemen tamamiyle Avrupa’dan gelen göçmenlerin (yani karışık soylu insanların) bir araya gelmesiyle teşekkül etmiştir. İskandinavyalı, İngiliz, İrlandalı, İskoç, İtalyan, hattâ Avrupa dışından Çinli ve Japonların dahi katıldığı bu topluluk ayrı kültürleri muhafaza etmekte, yeni yöntemlerle millet olma yolunu aramaktadır. Kanada da benzer bir görünüm içindedir. Buraya yerleşen İngiliz ve Fransız göçmenlerin konuştukları diller, hattâ oturdukları bölgeler bile farklıdır. Güney Amerika’da Güney Avrupa’nın (İspanya ve Portekiz’in), Kuzey Amerika’da ise Orta ve Kuzey Avrupa’nın etnik özellikleri belirlidir. Ama neticede, bu topluluklar, yeni topraklarını vatan bellemişlerdir. O da, son 4-5 yüzyıldaki oluşumdan ibarettir.

•••

- Reklam -

Türklerdeki vatan olgusu ve anlayışı, diğer kavimlerden farklı bir gelişme göstermiştir. Bu gelişim, büyük ve hayranlık verici bir tarihî maceraya paralel olarak ortaya çıkmıştır.

Türklerin tarih sahnesine çıkışları, kültür çevreleri şeklinde olmuştur. En eski Türk kültürü Afanasyevo kültürüne bağlanmaktadır. Bu kültür, Altay, Sayan dağlarının kuzeybatısındaki bozkırlarda gelişmiştir (M.Ö. 3. bin başları-M.Ö. 2. bin ortaları).

Afanasyevo kültürünü Andronova kültür çevresi takip etmiştir (M.Ö. 1700-M.Ö. 1200). Bu kültürdeki insan tipi, Türklerin ilk ataları olarak kabul edilmektedir. Andronova kültürü, Batı Türkistan ve Altay dolaylarına, Tanrı Dağlarına kadar yayılmıştır. Ayrılan bazı kollar Mâverâünnehir’e gelerek burada yaşayan kavimlerle, batıya göç eden gruplar ise Fin-Ogur kavimleriyle temas kurmuşlardır.

Türklerin yayılmaları ile birlikte, uzak bölgelere göç hareketleri hemen hemen aynı dönemlere rastlamaktadır. Türklerden kalabalık gruplar, daha M.Ö. 11. yüzyılda Çin’in kuzeybatısındaki Kansu bölgesine ve Ordos bozkırlarına kadar uzanan bir göçü gerçekleştirmişlerdir. Aynı dönemde, bazı Türk boyları da bugünkü Türkistan’a yerleşmişlerdi. M.Ö. 700 yıllarında Türkler Altaylara hâkim olmuşlardı. Yakut kolu, aynı dönemde Sibirya’ya, bir süre onlarla birlikte yaşayan Çuvaşlar ise Ural Dağlarının güneyine göç etmişlerdi. M.Ö. 4.-3. yüzyıllarda başlıca iki büyük Türk topluluğu görülüyordu. Bunlardan birincisi İrtiş nehrinin batısında, Hazar çevresinde; diğeri İç Asya’nın çeşitli yerlerinde ve Kuzeybatı Çin’de bulunuyordu. İndus-Pencap dolaylarına yapılan ilk Türk göç hareketi ise, milâttan önceki ilk yüzyıllarda gerçekleşmişti.

Böylece, Orta Asya, artık Türklerin anavatanı hâline gelmişti. Daha sonra yapılan büyük göçlere rağmen, burada kalan Türk toplulukları, varlıklarını günümüze kadar devam ettirmişlerdir.

Milâttan sonraki Türk göçleri ise 11. yüzyıla kadar sürmüştür. Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Oğuzlar, Peçenekler, Kuman (Kıpçak)lar, Uzlar ve Macarlarla birlikte bazı Türk boyları Orta Avrupa’ya ve Balkanlara göç etmişlerdir. Orhun bölgesindeki Hunlar, Türkistan’a (2. yüzyıl); Uygurlar ise İç Asya’ya (9. yüzyıl) göçmüşlerdir. Akhunlar, Afganistan ve Kuzey Hindistan’a; Sabarlar, Kafkaslara, Oğuzlar ise Mâverâünnehir üzerinden İran ve Anadolu topraklarına gelmişlerdir.

Oğuzların göçü, önemli tarihî sonuçlar vermiş olan büyük bir göç hareketidir. Bu göçle gelen Türkler Irak, Suriye, Azerbaycan ve Anadolu’ya yerleşerek buraları yeni bir vatan hâline getirmişlerdir. Büyük Selçuklu Devleti, Oğuz boyu tarafından kurulmuştur. Oğuzlar, daha sonra Anadolu Selçuklu Devleti’ni, atabeylikleri, Anadolu beyliklerini, Azerbaycan hanlıklarını ve Osmanlı Devleti’ni kurmuşlardır. Osmanlılar zamanında Arabistan’a, Mısır’a, bütün Kuzey Afrika’ya, Balkanlara ve Orta Avrupa’ya kadar yayılmışlardır. Rumeli’yi bir Türk ülkesi hâline getirmişlerdir. Ancak, buralarda daha çok yönetici tabakasını teşkil ettikleri için, siyaseten geri çekilmek zorunda kaldıkları zaman, arkalarında kalabalık Türk toplulukları bırakmamışlardır. Rumeli’den çekiliş ise, büyük kırgınlar, kayıplar ve katliâmlarla olmuş, öz yurdumuz sayılan bu topraklardaki Türk nüfus seyrelmiştir. Osmanlı Devleti’nin toprak kayıpları sonucunda Irak’ta, Kıbrıs’ta, Suriye’de, Bulgaristan’da, Yunanistan’da ve Makedonya’daki Türk toplulukları azınlık durumuna gelmiştir. Bugün İran’da en kalabalık grup olan Türkler de Oğuz boyundandır.

Demek ki, tarih içinde Türklerin iki anavatanı teşekkül etmiştir. Birincisi Türkistan’dır. İkincisi ise, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti topraklarıdır. Bu iki anavatanın, çevrelerindeki Türk topluluklarını da içine alarak bir gün mutlaka birleşecekleri ülküsüne Turancılık, daha geniş bir anlamla Türkçülük diyoruz.

Büyük anavatanımız Türkistan, uzun yıllar düşman işgali altında kalmıştır. Bugün de Doğu Türkistan bölümü Çin işgalindedir. Rusların siyasî hâkimiyetleri nasıl sona ermişse, Doğu Türkistan da bir gün mutlaka bağımsızlığını kazanacaktır. Hak ve adalet belki bir süre için gasp edilebilir ama ebediyen, asla!

Yahudiler, anavatanlarından sürülüp dünyanın dört bucağına yayıldıktan iki bin yıl sonra, eski topraklarını yeniden kazanmışlardır. Bunu, millî ülkülerini kaybetmemelerine, büyük bir sabırla ve cehdle bu ülküyü gerçekleştirme azimlerine borçludurlar. Bir kavim, neredeyse imkânsız görünen hayâlini gerçekleştirebilmişse, ondan daha dinamik olan bir başka millet (Türkler) niye gerçekleştirmesin?

•••

Bazı kavimlerin, yeni yerleştikleri topraklar üzerinde kaynaşarak bir millet hâline geldiklerini ve o toprakları vatan bellediklerini yazımızın baş kısmında belirtmiştik. Özellikle Avrupa’da ve Amerika’da böyle olmuştur. Türklerdeki tarihî gelişim ise farklıdır. Onlar, Orta Asya’ya geldikleri zaman, millet olma özelliklerini (bugünkü mânâda olmasa bile) kazanmışlardı. Bundan sonraki kültür etkileşimi, onların millî bünyesinde büyük değişikliğe yol açmamıştır. 6. yüzyıldan başlayarak da “Türk” adı, bu toplulukların ortak adı olarak kabul edilmiştir.

Oğuzlar Anadolu’ya geldiklerinde, bir Türk boyu durumundaydılar. Anadolu’yu bu kimlikleriyle vatanlaştırmışlardır. Buradaki halklarla karışarak yeni bir millet meydana getirmiş değillerdir. Avrupa’daki topluluklar, millet olma vasfını belirli bir toprak üzerinde kazandıkları için, bu oluşumu vatan kavramıyla birleştirmişlerdir. Bir Fransızın, bir İspanyolun, bir İngilizin anlayışında eski vatan topraklarının, Cermanya’da olduğuna dair izlenime rastlanmaz. Çünkü, o eski topraklar, millet olma sürecinden daha eski bir döneme aittir. Türklerdeki vatan anlayışı bu bakımdan Avrupa milletlerinden farklıdır.

Avrupa’da eğitim görmüş ve onların etkisinde kalmış bazı aydınlar, aynı modelin Türkler için de geçerli olacağını düşünmüşlerdir. Onun için, -hattâ Trakya’yı bile dışarda bırakarak- Anadolu’nun, sadece Anadolu’nun tek Türk vatanı olduğunu savunmuşlardır. Bunun sonucunda da, Anadolu dışında Türk bulunmadığı fikrine kapılmışlardır. Halbuki, bu anlayış, Türklerin tarihî gelişimine ve gerçeklere tamamen aykırıydı. “Anadoluculuk” denilen görüş, bu sebeple uzun ömürlü olmamış, hayatiyetini kaybetmiştir. Bugün artık böyle bir anlayışı ileri sürmek imkânsızdır.

Bir başka tür “Anadoluculuk” ise, yine Avrupa modelinden ilham almışa benzemektedir. Bu görüşü ileri sürenlere göre “Anadolu, Hititlerden başlayarak, burada hüküm sürmüş bütün kavimlerin ortak vatanıdır. Türkler, Anadolu’ya geldikten sonra buradaki yerli topluluklarla karışarak yeni bir “millet” meydana getirmişlerdir. Bu milletin adı “Türk”tür ama, aslında melez bir toplumdan, bir mozayikten ibarettir. Onun için de, bizim eski vatanımızla ve bugün orada yaşayan soydaşlarımızla hiçbir ilgimizin bulunmaması gerekir.”

Bu görüş de tamamiyle yanlıştır ve ilmî gerçeklere aykırıdır. Anadolu’da yaşamış eski kavimlerin (Hititlerin, Friglerin, Lidlerin, İonların, Urartuların) varlıkları, Türkler Anadolu’ya geldikleri zaman çoktan ortadan kalkmıştı. Anadolu’da yaşayanlar, Yunan kültürünün etkisi altında Bizanslılaşmış topluluklardı ve adlarına “Rum” deniliyordu. Bazı bölgelerde de Ermeni grupları yaşıyordu ve genellikle Bizans tebaasıydılar. Üstelik, Anadolu’daki nüfus yoğunluğu çok azdı. Türk fatihler, en çok din ve kültür farkı sebebiyle, bu topluluklarla karışmamışlar, onların yaşayış tarzlarına da müdahale etmemişlerdir. Aksi olsaydı, Osmanlı Devleti’nin son döneminde Anadolu’da Rum ve Ermeni kalmaz yahut Türkler başka bir millî kimliğe bürünmüş olurlardı.

Her iki “Anadoluculuk” görüşü, milletleşme sürecini coğrafyaya bağladıkları için yanlışa düşmüşlerdir. Vatanı, bu sürecin başladığı ve devam ettiği toprak parçası -sadece toprak parçası- olarak telâkki etmişlerdir. Türk kültürünün eskiliğini ve dinamizmini hesaba katmamışlar, bu kültürün bir toprağı nasıl vatanlaştırdığını kavrayamamışlardır.

•••

Vatan, bize atalarımızdan kalmış olan kutsal bir emanettir. Oğuz boyundan gelen Anadolu Türkleri gibi diğer Türk boylarının mensupları da, tarihî zaruretlerin getirdiği “çifte vatan” gerçeğinin bir gün tek ve büyük vatan hâline dönüşeceği inancını asla kaybetmemelidir. Büyük Türk birliği, büyük Türk vatanında hayâlden hakikate dönüşecektir.

Bir gün mutlaka!
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -