Toplumu uyutucu bir sosyal refah, Türk toplum gerçeği ve kültür karakteristiğine aykırı bir durumdur. Zira dev projelerin ve sefih kapitalist kompradorların üzerimizde çevirdiği klâsik oyunlar ve piyonları deşifre olduktan sonra iki yorumu kavramak zorundayız: Birincisi; siyasal ve kültürel bir düşünüş tarzı olarak Türk milliyetçiliği, uyutucu bir toplumsal refaha karşı olmalıdır. İkincisi ise; bir toplumu oluşturan üç tip fert vardır: Mücadeleciler, gevşekler (ılımlılar) ve hainler. Türkiye’deki sosyal gerçeklikler incelendiğinde görülecektir ki; mücadelecilerin geri plânda kalması, hainlerin ön plâna çıkmasına neden olmuştur. Özellikle aydın sefaletinin gittikçe arttığı ve “aydın olmak” meziyetinin gittikçe yozlaştığı günümüz Türkiyesinde bu tipten sosyal gerçeklikler artık aşikâr olmuştur. Bunun son örneklerinden birisi de Orhan Pamuk’un ağzından dökülen iğrenç sözlerde görülmüştür. Bakınız O.P. ne diyor:
“30 bin Kürdü ve bir milyon Ermeni’yi öldürdük. Türkiye’de hiç kimse bunu dile getirmeye cesaret edemiyor. Ben ediyorum. Bu yüzden benden nefret ediyorlar.”
Ülkemizin herhalde son zamanlarda duyduğu en çirkin ihanet sözleri bunlar olmalıdır. 1940 yılında İngiliz Dış İstihbarat Servisi MI6’ya alınan ve 23 yıl İngilizlere sezdirmeden Moskova’ya çalışan tanınmış casus Kim Philby şunları söylüyor: “ İhanet için insanın bir yerlere ait olması gerekir.” Çağımızın en popülist aidiyet takiyyesi olan Masonluk, bu mantıktan hareketle birçok ismi satın alıp kullanıyor. Tagesanzeiger’in “ Das Magazin” ekine konuşan O.P., sözlerimizi teyid eder mahiyette şunları söylüyor:
“Herkes Vaadedilmiş Topraklar konusunda fikir öne sürüyor, ancak neden bu toprakları ele geçirme amacında olduğumuz hakkında kesin bilgiye sahip değil. Bizim inancım ıza göre Dünya Hâkimiyeti kurulmadan önce Vaadedilmiş toprakların tamamen bizim elimize geçmesi gerekiyor. Bu nedenle bölgede çıkacak ‘nihaî kaos’un alt yapısını Türk, Ermeni ve Kürtleri birbirine düşürerek hazırlamış olduk. Kimse itiraf etmiyor, bari ben söyleyeyim dedim.”
O.P malûm sözleri sarfettinde Türkiye’deki tüm entel-devşirme, liboş ve demokrat sürüsü, onun sırtını sıvazlamıştı. Oysa her şey ortada. Biz söylemekten yorulduk, ama ülkemiz aydın yozlaşması hareketine katılım artınca söylemekten de geri durmadık: “Evet, artık o da bir hain.”
Hedefi ne olursa olsun; ister kitaplarını çok sattırmaya azmetsin, ister Nobel ödülüne niyetlensin, isterse de dediği gibi samimi bir Siyonist olsun; artık o gözümüzde bir hain… O.P’nin Siyonist ve hain yönüne göndermeler yapan Yalçın Küçük, ‘Şebeke’ kitabında şöyle diyor:
“Benim Adım Kırmızı; ilk bakışta herkesin kendi sesiyle konuştuğu; ölülerin, eşyaların dillendiği; ölüm,sanat aşk, evlilik üzerine bir kitap gibi gözüküyor!.. Oysa Benim Adım Kırmızı, tamamen bir tür Yahudi mistisizmi olan Kabalistik-Sabetaycılık’ın etkisiyle yazılmıştır ve Pamuk’un bu kadar popüler ve ünlü olmasının ardında, Sabetaycı kimliği yatmaktadır!.. Yahudi mistisizmi, Kabala ve bunu ayrı bir din olarak geliştiren Sabetayizm’de ölümden sonra yaşam, eskatoloji çok güçlü bir külttür ve bu Pamuk’un incelediğim iki kitabında da neredeyse temel anlatım olmaktadır.”
Görüldüğü gibi O.P. zamanı belirli olmamakla birlikte, malûm “nihaî kaos”un gerçekleşmesi ve “Arz-ı Mev’ud” a giden yolda tuzunun bulunması amacıyla, bir şekilde satın alınmıştır. Görüldüğü gibi O.P.nin görevi Türkiye ve Türkler üzerinden bölgeyi karıştırmak ve Siyonizm’e prim sağlamaktır. Bu amaç uğruna, Siyonist-Kabalist sapıklıklarla beraber değişik karalama yöntemlerini de uygulamaya koymuştur. Ekim 2004’te bir romanının tanıtımı için Amerika’ya giden malûm zat Philadelphia Halk Kütüphanesi’nde diyor ki;
“Türkiye’de özgürce yazı yazmak hâlâ zor. Erzurum’a ya da diğer Doğu illerine öyle her isteyen elini kolunu sallayarak gidemez. Giderse başına bin bir türlü belâ gelir.”
Hatta malûm zatın dediğine göre bu romanı yazarken; yayınevi, yazara zarar gelmesin diye polisleri haberdar etmiş; kalacağı otel uyarılmış, basın kartı çıkarılmış vs. vs.
Bu zat dış odaklı güçlerin güdümünde konuşmaya başladığı günden beri hem içten hem de dıştan birçok desteği üzerine yağdırmayı başardı. Haziran 2004’te NATO zirvesi için Türkiye’ye gelen ABD Başkanı George W. Bush, bu kişiden alıntı yaparak konuşunca, aynı takım oyuncularından Çetin Altan; “ Enseyi karartmayın; 21. yüzyıl, Türkiye’nin kalitelerini de evrensel tahtlara oturtacaktır. Bunun da en güzel ve unutulmayacak kanıtı, ABD başkanı Bush’un O.P.’nin İstanbul yapıtından söz etmesidir.” dedi. Eş zamanlı olarak Amerika’nın ünlü gazetelerinden The New York Times, bu zatın bir romanını en çok satılan ilk beş kitap arasında belirtti. İngiliz gazetesi The Guardian’a göre bu zat “Orta Doğu’daki evrensel oluşumun mimarlarından birisi” idi. Türkleri aşağılayan karikatür ve yazıların atlama tahtası olan Alman Stern dergisine göre ise bu zat “Türkiye’nin Batı’ya açılan penceresi” idi. Ve bu destek iletilerinin niceleri…
Bir toplumu millet hâline getirmenin ve millî şuuru ayakta tutmanın yolu sağlam bir sosyal ortam oluşturmaktır. Bu ise öncelikle aile ve okuldan alınan bir milliyetçi farkındalık terbiyesiyle mümkündür. Eğer toplumsal yapıyı oluşturan kitleler milliyetçi farkındalık güdüsüne sahip olamıyorlarsa, yani başta belirttiğimiz insan tipi sınıflandırmasında gevşekler ve hainler önemli sayılara ulaşmışsa; bu durum mücadelecilerin arka plânda kalmasından ileri gelir. Mücadeleci, gevşek ve hainlerin ortaklaşa oluşturduğu toplumsal sistemlerde, mücadeleciler arka plânda kalınca; sistem otomatik olarak hain ve gevşekleri öne çıkarıyor. İşte malûm zat ve niceleri de millî düşünüş sahibi mücadelecilerin arka plânda kalmasından dolayı sistemin bir ürünü olarak piyasaya düşmüştür.
Değerlerini tanımayan her insan kendisi, çevresi, devleti, milleti ve genel olarak tüm insanoğlu için potansiyel bir tehlike konumuna düşer. Bu kişi de değerlerini kaybetmiştir. Para ve menfaat neredeyse o da oradadır. Bu sebepledir ki; bu salon kahramanı palavra edebiyatçı; devletine, milletine saldırmaktan çekinmemektedir. Bu tip insanlar tarihin her evresinde birçok devletin ve milletin başına belâ olmuştur; ama bu tespiti öne sürerek geri plâna çekilmek olmaz. Aslolan şey; ülke sathında millî şuurun uyanık olduğu bir sosyal ortam oluşturmaktır. Bu nedenle toplumsal sistemimizin hâkim insan tiplemesi; vizyon sahibi millî düşünürlerin oluşturduğu mücadeleci kitleler olmalıdır. Böylece sistemin malûm iğrenç ürünlerine karşı, sağlam bir refleks ortamı oluşturulur. Bu ortama, özellikle şu zamanlarda çok ihtiyacımız vardır. Çünkü satılmış ağızlarla devlet ve milletimize karşı kin kusanlar O.P. ve nice örnekleri gibi zincirleme bir biçimde artmıştır.
Ben bir Türk’üm. Devletimin ve milletimin kutsallığı; tartışmaya açamayacağım kadar değerlidir. Bu yüzden ben, O.P.’yi sevmiyorum. Ya siz ?
(O.P. ile ilgili önemli köşe yazılarına imza atan; Yeni Çağ Gazetesi’nden İsrafil K. Kumbasar, Hasan Demir, Arslan Tekin ve gazetenin diğer değerli yazarlarını takdirle hatırlamak gerekir.)