Orkun’un geçen ayki sayısında türbanla ilgili olarak yayınlanan yazı gerçekleri dile getiriyordu. Oradaki görüşlere katılmamak mümkün değil. Ancak, bu olayın bir başka cephesi daha var ki, onu da gözden kaçırmamak lâzım.
Türban takmanın, yani örtünmenin şuuraltında ne var? Sadece inanç gereği mi bu türban? Din bilginlerinin çoğu, bu şekilde örtünmenin İslamda farz olmadığını belirtiyorlar. Bu doğrultuda yazılanlar ve söylenenler ortada iken, “türbanı inancım gereği takıyorum” diyenler çelişkiye düşmüyorlar mı? İslam bilginlerine inanmıyorlarsa başka neye ve kime inanıyorlar?
Söylenmek istenen şudur: “Bir erkek bir kadının saçını görürse tahrik olur, cinsî duyguları uyanır. Örtünmek böyle günah getirici davranışları önlemek içindir”.
Aslına bakarsanız, burada bütün Müslüman erkeklere yönelmiş ağır bir suçlama var. Tamamen önyargıya dayanan bir ithamla karşı karşıyayız. Günümüzün yaşayış tarzı böyle bir hareketi hem imkânsız hem gereksiz kılıyor. Günlük maişetini çıkarmak için bazen en ağır işlerde çalışan, bütün gün oradan buraya koşuşturan, kafası türlü problemlerle dolu bir erkek, kadın saçından tahrik olabilir mi? Erkekler, cinsî duygularını frenlemekte bu kadar mı âciz? Buradan bakınca, türbanın erkeklere hakaret anlamı taşıdığını pek âlâ söyleyebiliriz.
Kadın cephesinden ise durum fazla farklı değildir. Kadının beyninde devamlı olarak cinsel konular dolaşıyorsa onları bir nebze önlemek için türbana sarıldığı düşünülebilir. “Aman başımı örteyim de bana bakan erkekler tahrik olmasın” kaygısı, kadının içini kemiren bir kurt gibidir. Bu durumda, türban dinî bir sembol olmaktan çıkıp ancak cinsî bir sembol hâlini almaktadır.
Türkiye’de türban, kadınların sorunu olmaktan ziyade nedense erkeklerin sorunu hâlindedir. Yahut o hâle getirilmiştir..Bunun psikolojik ve sosyolojik yönleri üzerinde durulmalıdır.
İslamdan önceki Arap toplumunda şehvetin önemli yeri bulunduğu malûmdur. O zamanın geçim şartları, biraz da iklim dolayısıyla, insanları fazla çalışmaya zorlamıyordu. Ekonomik ilişkiler, çağımızdaki gibi değildi. Çok basit ve sınırlıydı. Erkeklerin zamanı boldu. Bu yüzen cinsî konulara daha düşkünlük gösteriyorlardı. Ahlâk kavramı iyice zedelenmişti. Esasen peygamberlerin gönderiliş sebebi de buydu. Bütün peygamberler, ahlâkî sarsıntı geçiren toplumlara gönderilmişlerdir, ki onları ıslahına çalışsınlar. Bu yüzden yeni dinin mübeşşirleri tarafından kesin yasaklar konulması, anlaşılabilir bir durumdur. Ancak, asırlar geçtikten, toplumlar büyük gelişme gösterdikten, dine ilâveten ahlâk anlayışında da düzelmeler görüldükten sonra hâlâ o kesin yasaklara devam etmenin bir anlamı kalmamaktadır. Türban, ahlâkı düzeltici bir unsur olmaktan çıkmakta, ahlâk dışı düşünceleri hatırlatan bir sembol durumuna gelmektedir. Türbanı savunanlar belki bunun farkında bile değillerdir. Kendilerini doğru yolda, Hak yolunda saymaktadırlar. Ama, türbanın bugünkü noktada toplumu bölen bir etken hâline geldiği de meydandadır.
Türban konusuna bir de bu gözle bakmakta yarar vardır.