Özellikle Batılı tarihçiler, Asyalı büyük hükümdarlar söz konusu olduğunda, üç şahsın üzerinde dururlar ki, bunlar; Attila, Çingiz ve Temür’dür. Bu üç devlet adamının birbirleriyle benzeşen pek çok yönleri vardır. her şeyden önce teşkilâtçılıkları ilk göze çarpan hususiyetleridir. Çünkü, bakıldığında çok az bir kuvvetle, neredeyse eski dünyanın üçte ikisine yakın bir kısmına sahip olmuşlardır. Dolayısıyla onlar Türk ve İslâm aleminin dışında da hayranlık uyandıran kişilerdir.
1336 tarihinde, Semerkant yakınlarındaki Şehr-i Sebz (Keş) kasabasında dünyaya gelen Temür’ün ceddi, birtakım tarihçilerce Çingiz Han’ın atalarıyla birleştirilir. Ancak Temür, Çingiz Han’ın dedelerinden olan Tumanay’ın oğullarından Kaçulay neslinden gelir. Bu şahsın hanlık yapmaması sebebiyle o, hükümdarlık iddiasında bulunmadı. Bununla birlikte Türkistan’daki Barlas boyuna mensup olan Temür’ün, Mogollarla uzaktan yakından ilgisi olmadığı, hatta Barlasların yüzde yüz Türklüğü yolunda iddialar da mevcuttur. Çünkü 1227 kurultayında, Çingiz Han ele geçirmiş olduğu Türkistan bölgesini ve dolayısıyla Barlas uruğunu oğullarından Çagatay’a vermişti.
Bilindiği üzere Çagatay’ın ölümünden sonra (1242), ona tâbi uluslar karışıklar içine düşmüş; Çagatay’ın çocukları ve torunları hem birbirleriyle, hem de amcazadeleriyle anlaşamamışlardı. İşte Temür Beg, böylesine dalgalanmaların yoğun olduğu bir çağda ortaya çıktı. Onlar arasındaki mücadeleyi iyi değerlendirdi. Emir Kazgan’ın torunu ve kayın biraderi olan Emir Hüseyin ile bir dostluk kurdu. Bu sırada Doğu Türkistan beylerinden Tugluk Temür (1358-1362) Türkistan’ın batısındaki bu düzensizlik yüzünden Maveraünnehir bölgesine geldi. Temür Beg, Barlas hanından izin alarak, Tugluk Temür’e bağlılığını sundu. Böylece ata yurtlarını bir katliamdan kurtardı. Tugluk Temür, Maveraünnehir hükümdarı olarak oğlu İlyas Hoca’yı atamış, Temür’ü de ona danışman yapmıştı. Fakat İlyas’ın komutanlarının halka zulmetmeleri, Temür Beg’in onunla irtibatı kesmesine sebep oldu. O, kayın biraderi Emir Hüseyin’le, 1360 senesinde Harezm civarlarına göçtü. Bu hadise tarih kitaplarında Temür’ün birinci Kazaklığı (yani başı-boş dolaşışı) şeklinde geçer. Temür Beg burada pek çok şeyle karşılaştı. Hatta bir keresinde hapsedildiyse de, bundan kurtuldu. Bu arada Hint-İran sınırındaki çatışmalara bulaştı. Sistan hükümdarı Kudbeddin’e yardım ederken, yaralanarak topal kaldı. Onun ayrıca çolak olduğu da söylenip; sade giyinen, orta boylu bir kişi olduğu hakkında kayıtlar mevcuttur.
1364 senesinde Tugluk Temür’ün vefatı, İlyas Hoca’nın han olmasını sağladıysa da, iki beyin karşı karşıya gelmesi engellenemedi. Temür Beg ve Emir Hüseyin, İlyas Hoca’yı yendiler. İki müttefik Çagatay sülalesinden Kabul Şah’ı han yaptılar. Bu arada Emir Hüseyin kendini daha yüksek gördüğünden ve Temür’e de vergi koymaya kalkıştığından dolayı araları açıldı. Böylece 1365’te Temür Beg’in ikinci Kazaklığı başladı. Bu öfke fazla sürmedi. Aynı zamanda akraba da olan iki bey 1368 tarihinde yeniden anlaştılarsa da, tekrar birbirlerine küstüler. Artık saflar iyice ayrılmıştı. Temür, Ögedey neslinden Suyurgutmuş’u han tanıdı. Bunun üzerine Kabul Şah ile Emir Hüseyin onların üzerine yürüdü. Yapılan savaşta Emir Hüseyin yakalandı ve öldürüldü. Bu suretle Temür, Çagataylıların en büyüğü durumuna geldi. Kazan Halil Han’ın kızıyla evlenmesi, ona yeni bir itibar sağladı. Bundan sonra kendisine han damadı demek olan, “küreken” lakabı verildi ve tarih kitaplarında zaman zaman Küreken ve Sahib-i Kiran unvanlarıyla anıldı.
Temür Beg topladığı kurultayda kabileleri yeniden düzenledi, devlet teşkilâtını yoluna koydu. Temür’ün daha sonraki hayatında Altun Orda ve Ön Asya bölgesi önemli rol oynadı. Deşt-i Kıpçak’ta Urus Han, Toktamış ve Edige Mirza gibi beylerin anlaşmamaları ve onların da Temür’den yardım istemeleri, Temür Beg’in Altun Orda işlerine karışmasına neden oldu. 1377’de Urus Han yenilip, yaralarından dolayı ölünce Temür, Toktamış’ı Kök Orda’nın hanı ilân etmişti. 1380’de ise oğlu Miran-şah’ı Horasan üzerine yollayan Temür Beg, 1381’de Herat’ı ele geçirdi. Arkasından İran ve Irak bölgelerine girerek, Kara Koyunlular ve Celayirlilerle ilgilendi. 1386’dan 1388’e kadar süren bu devrede Azerbaycan ve Gürcistan topraklarında faaliyetlerde bulundu. Fakat bu sırada Temür sayesinde han olan Toktamış’ın Kafkasya’da Derbent’e girdiği duyuldu. Temür Beg onu Derbent yakınlarında yendikten sonra, kendisine bağlılığını zamanında bildirmeyen Kara Koyunlu Kara Mehmed’le savaştı. Erzincan emiri ise daha açık göz davranıp, bağlılığını beyan etmişti. İşte Anadolu’da bu olaylarla meşgul olurken, bir kez daha Toktamış’ın ihanetine uğradı. Toktamış’ın Maveraünnehir’e girdiği haberi alınınca, Semerkant’a geri döndü. 1388’de Suyurgutmuş Han da ölmüştü ve onun yerine oğlu Mahmud, han yapıldı.
Artık Toktamış Han’a büyük bir ders vermenin zamanı gelmişti. 1389 yılı kışında, herkesin karşı geldiği bir sırada sefere karar verildi ve Toktamış hezimete uğradı. Toktamış af dileyip, barış teklifinde bulunduysa da reddedildi. 1391’de Oguzlarla, Kıpçaklar bir kere daha savaştılar. Kunduzca Muharebesinde Toktamış’ın ordusu bozuldu. Temür, daha sonra batıya yönelip, Ahmed Celayir’in peşine düştüyse de, onu yakalayamadı. Gürcistan bölgesinde Tiflis’e girdiği sırada, Toktamış yine önüne çıktı. 1395 tarihinde, Terek Irmağı kıyısında meydana gelen çarpışma, sanki Çagataylılar ile Cuci soyluları karşı karşıya getirdi. Bunu da Temür Beg’in ordusu kazandı.
O, 1397’lerde, 62 yaşındayken Çagatay hanlarından Hızır Hoca’nın kızıyla bir siyasî evlilik yaptıktan sonra, Hindistan’a saldırmaya karar verdi ve 1398’de Delhi’yi ele geçirdi. Bu seferden 1399’da dönen Temür, İran ve Anadolu’ya doğru hareket etti. Tam bu yıllarda Temür’ün müttefiki Erzincan Emirliğiyle, Osmanlı Devletinin arası açılmıştı. 1400 yılının ortalarında Temür’ün önünden kaçan Ahmed Celayir ile Kara Yusuf, Memlûklulara sığınmak istedilerse de, Temür korkusundan kabul görmedi. Ahmed Celayir’in Osmanlıdan himaye talebi, zaten bozuk olan Osmanlı-Temürlü ilişkilerini iyice kötüleştirdi.
Temür önce Güneydoğu Anadolu topraklarında faaliyet gösterdi. Şam’ı ele geçirdi. 1402 başlarında Kayseri’ye kadar ilerledi. Nihayet iki Türk ordusu, 1402’de Çubuk Ovasında karşılaştı. Ancak Osmanlı birlikleri, Temür’ün kuvvetleri önünde tutunamadı. Bu yenilgide Yıldırım’ın korkak oğullarının savaş meydanını terk etmelerinin de büyük rolü oldu. Yıldırım Bayezid esir düştü ve bu hadise Osmanlı Devleti’nin bir müddet fetret yaşamasına yol açtı. Dolayısıyla Hrıstiyan Avrupa, Türk tehdidinden biraz da olsa uzaklaştı ve belki de İstanbul’un fethi elli yıl kadar gecikti.
Temür, Türkistan’a dönüşünde pek çok Türk’ü de beraberinde götürdü. Temür’ün bundan sonra Çin’e bir sefer düşündüğünü görmekteyiz. 1405 tarihinde Otrar’a ulaşan Temür Beg, burada hastalanarak vefat etti.
Çingiz’in ölümünden sonra bütün arzuları yerine getirildiği halde, Temür’ün vasiyetine asla uyulmadı. Oğulları ve komutanları Temür’ün halefini tayin hususunda çekiştiler. O çocukları bakımından Çingiz Han kadar talihli değildi. Zaten dört oğlundan ikisi onun sağlığında ölmüştü.
Temür’ün tesis ettiği hanedanlık Türk devlet teşkilâtının esasları ile İslâm medeniyetinin unsurlarını bünyesinde birleştirmişti. Temür’ün bir eksikliği ise dünyanın lideri olmak isterken, Türk cihan hâkimiyeti ülküsüyle hareket etmemesiydi. Onun amacı sadece dünyanın tek hâkiminin kendisi olmasıydı. Yani Türk’ün yeryüzündeki millî vazifelerini yerine getirmek gibi bir anlayışa sahip değildi.
Pek çok ülke ele geçirmiş, yüzbinlerce insanı kendisine karşı geldiği için ortadan kaldırmış olmasına rağmen, ilme ve ilim adamlarına son derece saygı gösteren Temür, bayrağı altındaki insanların müreffeh yaşamaları amacıyla ticarete büyük ehemmiyet verdi. Hayatının sonuna doğru “Turan Sultanı” adıyla anıldı. Türkistan’a dünyada büyük bir itibar ve mevki sağlayan Temür, bugün Türkistan’da millî şuurun bir sembolü olarak kabul edilmektedir.