Türk tarihini başka milletlerin tarihleriyle kıyaslayanlar veya ona göre yorumlayanlar hep yanılıyorlar. Bizim tarihimiz eski, uzun ve maceralı bir tarihtir. Avrupa’da milliyetler şekillenmeden önce bizim en az altı yüz senelik belgeli tarihimiz vardı. Orta Asya bozkırlarında başlayan mazimiz önce güneye, sonra batıya, hep batıya doğru akıp gitti… ve, ancak Viyana kapılarında durdu. Sonra, işte bugünkü sınırlarımıza kadar geriledi. Ama arkamızda, yani Rumeli’de (silmek için ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar) unutulmaz izler bıraktık. Kızıl Elma ve evlâd-ı fatihan deyimleri ne kadar ümitli ve ne kadar hazindir.
Sahi, bizim bir zamanlar Kızıl Elma’mız vardı. Anadolu (yani Rum, yani Doğu Roma), İstanbul (Konstantinopolis), Batı Roma, Beç (Macaristan, Buda-Peşte) ve nihayet Viyana. Bunlar, dillerinde dualarıyla, ellerinde kılıçlarıyla sel gibi akan alperenlerin hayallerin i süslüyordu. Ve hepsi de öyle inanıyorlardı ki, bir gün bunların hepsi mutlaka gerçekleşecek. Bir kısma geçekleşti de. Eğer o hayaller ve o ümitler, o gayretler olmasaydı gerçekleşir miydi?
Peki, bizim bugün bir Kızıl Elma’mız, yani bir ülkümüz, büyük bir millî hedefimiz, yarınları kucaklayan bir rüyamız var mı?
Hayır!
Günlük hayatın sığ kalıplarına sıkışmış, ufku dar, hesabı küçük insanlar topluluğunun elbette ülküsü de ancak kendisi kadar olacaktır: Kıymık miktarı. Niye açıkça söylemiyoruz: Biz ülküsünü, yani ruhunu kaybetmiş bir milletiz. Millî ülkü denilen şeyin farkında bile değiliz. Türkçülükle Kürtçülüğü, Türk milliyetçiliği ile Kürt milliyetçiliğini bir tutan zihniyetin millî ruhumuzla hiçbir alâkası kalmamış gibidir. Türkçülük, ki Türk milletini yükseltmek ve büyütmek ülküsüdür, Türkiye’yi bölmek ve zayıflatmak peşinde koşan Kürtçülükle bir arada anılması bile millî haysiyetimizi rencide etmektedir. Milletini büyütmek isteyenler dünyanın hiçbir ülkesinde bizim kadar hırpalanmamıştır. Unutulmamalı ki, 1944’te Millî Şef İnönü büyük ve birleşmiş bir Türkeli’nin hayâliyle yaşayanları vatan haini ilân etmişti. Cumhuriyetin en tepesindeki bir yetkili bunu söylerse daha küçükleri neler söylemez? O gün bugündür Türkçülük hep saldırıya maruz kaldı. Sade komünistlerin, dincilerin, cincilerin, solcuların, sonradan olma liberallerin değil, çok kere şuursuz orta sınıf kalemlerin de. Ne kadar metin ve ne kadar sağlammış ki hâlâ ayakta.
Ayakta ama, açık söyleyelim ki, milletçe ve devletçe benimsenip kabul görmüş, hattâ meşru sayılmış bir büyük ülkü hâline gelemedi. Sayısız Türkçünün gayreti, ıstırabı, gözyaşı ve emeği sayesinde, âdeta tırnaklarıyla tutuna tutuna bugünlere ulaşabildi. Bütün hedefleri diploma ve konfor olan okumuşların nazarında kıymet bulamadı.
Bulamadı, çünkü biz ruhumuzu kaybetmiştik. Onun içindir ki kendimiz olmaktan çıkmış, sanki başka bir millet olmuştuk. Musikimiz caz, raksımız hip hop, sanatımız fütürist, mimarîmiz taklit… Bize ne kalıyor ki!
Bakan yeni açıkladı: Millî eğitimimizin hali felâketmiş. Biz bunu en az kırk yıldan beri haykırıp duruyoruz, yaşadığımız sayısız tecrübelere dayanarak. Şimdi keşfedilmiş olması bile hayra alâmet. Böyle bir eğitim sisteminden ne beklenir ki? Havucun peşinden koşan tavşanlar gibi sadece ekmeğinin arkasına düşenler, yalnız kendilerini kurtarıp köşeyi dönenler için millî ülkü de neymiş! Eğitim hayatımız yıllardan beri böyle tavşanlar yetiştirmekle meşgul. Onların hayalleri de ancak üniversitenin çıkış kapısına kadar uzanıyor. Bir de Amerika’ya uçak biletine.
Biz ise millî ruhumuzu arıyoruz. Onu bize verin, başka şey istemeyiz.