SOVYETLER Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya atılan en önemli tez, Fukuyama’nın dile getirdiği “Tarihin, yani ideolojilerin sonu geldi. Artık, liberalizm her yerde ve her şeye egemen” anlayışı idi. Şimdi bir başka Amerikalı siyaset bilimcisi, Samuel P. Huntington, Fukuyama’nın bıraktığı yerden alıyor ve 21. yüzyılın din ağırlıklı bir uygarlıklar çatışması ile belirleneceğini söylüyor1.
Harward Üniversitesi John M. Olin Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Profesör Samuel P. Huntington 1993 yılında, Foreign Affairs Dergisinde “Medeniyetler Çatışması mı?” (The Clash of Civilization?) başlığı altında önemli bir makale yayınladı. Huntington’un bu çalışması 21. yüzyılda din ve medeniyetle ilgili karanlık bir tablo sergilemektedir2.
Huntington; Hıristiyan Batı, Ortodoks Hıristiyan, Çin veya Konfüçyan, İslâm, Hindu ve Japon olmak üzere yedi veya sekiz temel dünya medeniyeti tanımlamaktadır. O, İslâm ve Konfüçyan medeniyetlerini kısmen yükselişte ve Batı medeniyetini nispeten düşüşte görür ve temel medeniyetler çatışmasının bir yanda Çin ve İslâm medeniyeti ile diğer tarafta düşüşte olan Batı arasında vuku bulacağını öngörür3.
Birden fazla uygarlığın etkisinde olan ülkeler için “bölünmüş ülkeler” ifadesini kullanan Huntington, Türkiye’yi İslâm ve Batı uygarlıkları arasında bölünmüş bir ülke olarak tanımlamaktadır. Huntington’un bu öngörüleri ve düşünceleri bütünü ile tartışılabilir ve yeni tezler ortaya konulabilir. Ancak, bu öngörüler ışığında Türkiye’yi ilgilendiren asıl önemli konu bugün bir “Ortodoks Çemberi”nin oluşturulmaya çalışıldığı yolundaki iddialardır.
Dünyanın bir “medeniyetler çatışması”na doğru sürüklendiğine yönelik kehanetlerin yapıldığı bu dönemde, Ortadoğu ve Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyanın “Ortodoks Çemberi” oluşturulmak sureti ile çevrelenmeye çalışıldığı endişe ile gözlenmektedir.
Bu oluşumu meydana getirmeye çalışanların önde gelen sözcüleri de, yayılmacı ve saldırgan amaçlarını açıkça dile getirmektedirler. Sırpların, ünlü “Od yadrana do Irana neçe biti Muslimana” (Adriyatik’ten İran’a Müslüman kalmayacak) sloganı, Ortodoks Çemberi’nin hedefinin, en özlü ve açık ifadesidir.
A) Doğu Ortodoks – Kadim Kiliseler
Eritrea Ortodoks Kilisesi
Ermeni (Arakelagan/Apostolik)
Kilisesi
Habeş (Etiopya) Ortodoks Kilisesi
Hint (Malankara) Ortodoks Kilisesi
İngiliz (Britanya) Ortodoks Kilisesi
Kıptî (Mısır) Ortodoks Kilisesi
Süryanî Kadim Kilisesi
Dünya literatürüne “Oriental Orthodox” olarak geçen bu kiliseler ilk üç ekümenik konsillerin kararlarını kabul eder: İznik Konsili (325), İstanbul Konsili (381) ve Efes Konsili (431). Roma ve Bizans’ın emperyal yayılmacılığına geçmişte tepki göstermişler, özellikle onlar tarafından yutulup asimile edilmemek için diğer Hıristiyanlarla “Ruh’ta birlik” ilkesini özümseyerek “özerk etnik” kiliseler olarak kalmayı tercih etmişlerdir. Doğu Ortodoks mezhebinin bir “evrensel patriği” yoktur. Bu gruptaki kiliselerin her biri farklı hiyerarşiler geliştirmiş olup, törenleri birbirine benzese de farklı ve yöreseldir. Ermeni, Habeş, Kıptî ve Süryanî kiliselerinin katolikosları yada patrikleri vardır. Eritrea, Hint ve Britanya kiliseleriyse bunlardan türedikleri için başpiskoposlar yada metropolitler tarafından yönetilir. Bunlar özellikle Batı kiliseleri tarafından küçümsenerek “Monofizit” yani “tektabiatçı” olarak adlandırılmışlardır4.
B) Ortodoks Kiliseler
İstanbul Rum Ortodoks Patrikliği
İskenderiye Orkodoks Patriği
Antakya Ortodoks Patrikliği
Kudüs Ortodoks Patrikliği
Rus Ortodoks Kilisesi
Sırp Ortodoks Kilisesi
Romen Ortodoks Kilisesi
Bulgar Ortodoks Kilisesi
Gürcü Ortodoks Kilisesi
Kıbrıs Ortodoks Kilisesi
Yunan Ortodoks Kilisesi
Polonez Ortodoks Kilisesi
Arnavut Ortodoks Kilisesi
Ukrayna Ortodoks Kilisesi
Amerika Ortodoks Kilisesi
Çekoslovak Ortodoks Kilisesi
Sina Kilisesi.
Sıralama kendi hiyerarşik statülerine göre verilmiştir5. Bu kiliseler, Doğu Ortodoksların kabul ettikleri ilk üç ekümenik konsilin yanı sıra daha sonra toplanan dört konsili de “ekümenik” sayar: Kadıköy (451), İstanbul II (553), İstanbul III (681) ve İznik II (787). Bu gruptaki kiliselerin ikinci ortak noktası, İstanbul Rum Patriğini “eşitler arasında birinci” (primus inter pares) ve “ekümenik” patrik saymalarıdır. Ortodoks Kiliseleri, Doğu Ortodokslarından 451, Katoliklerden ise 1054 yılında ayrılmışlardır. Doğu Ortodoks literatüründe Ortodoks ve Katolik kiliselerinden “Diofizit” yani “çifttabiatçı” olarak bahsedildiği görülür.
19. yüzyılın başlarından itibaren Fener Rum Patrikhanesi, Ortodoks milletler arasında dinî birliği korumak amacıyla bir teoloji okulunun açılmasını gündeme getirmişti6. Patrikhane’nin bu yoldaki girişimlerinin ardından, 9. yüzyılda Patrik Photios’nun yaptırmış olduğu Heybeliada’daki Ayia Triada Manastırı’nın 1821’de yanan kısımları Patrik IV. Germanos tarafından 1842’de tamir ettirilerek, 1 Ekim 1844’te Heybeliada Ruhban Okulu açıldı. Bu okuldaki eğitimin amacının, bilgili ve münevver ruhanîler yetiştirmek olarak açıklandığı görülmektedir7. Bu bina bir müddet sonra yanmış fakat Padişahın bir fermanıyla yeniden yaptırılmıştır. 1894 yılında bu kez depremden yıkılan binanın yapılmasına izin verilmiş ve Pavlos İstefanaki isminde bir hayırsever tarafından bugünkü şekilde inşa ettirilmiştir.
Ruhban Okulu, açılışından 1923 yılına kadar Yüksek Ortodoks Teoloji Okulu adını taşıdı. Yedi sınıfı bulunan okulun ilk dört sınıfında liselerde okutulan bütün fen dersleri, son üç sınıfında da Ortodoks teoloji bilimleri okutuldu. İhtisas sınıflarında, 1937 yılına kadar yalnız Türkçe dersi okutulurken bu tarihten itibaren Maarif Vekilliği’nin onayıyla kültür derslerinden tarih, coğrafya, sosyoloji dersleri de okutulmaya başlandı8.
Okuldaki eğitim-öğretim aşamalarını aşağıdaki şekilde görebiliriz9;
1) 1844-1919 Dört yıl ortaokul ve üç yıl teoloji,
2) 1919-1923 Ortaöğretimsiz beş yıllık teoloji eğitimi,
3) 1923-1951 Dört yıl ortaokul ve üç yıl teoloji,
4) 1951-1971 Dört yıl lise ve üç yıl teoloji.
Heybeliada Ruhban Okulu, Ortodoks dünyasının en stratejik kurumu konumundadır. Dünya Ortodokslarının dinî ve siyasî açıdan kontrol edilip yönlendirilmesi, bu okuldan Patrikhane ideolojisine bağlı din adamlarının yetiştirilmesine bağlıdır.
Okul, 1919’da akademi statüsüne dönüştürüldü. Akademi süresi; önce beş, sonra dört yıl olarak tespit edildi. 1921-1922 öğretim yılı başında okula kaydolmak üzere sadece bir öğrenci müracaat edince okulun akademi statüsüne son verildi. 1922-1923 öğretim yılında da Akademi öğrencilerinin tamamı mezun edildi10.
Fener Rum patrikleri, Heybeliada Ruhban Okulu’nu Lozan Andlaşması ile yürürlükten kalkmış olmasına rağmen 1862-65 tarihli Nizamnâme’nin “İstanbul Patriği ile Cemaat-ı Metropolitanın Yekdiğerine Olan Münâsebatını Havi Nizamnâme Tercümesi” kısmının 14, 15 ve 16. maddelerini11 yürürlükte sayarak Patrikhane’ye bağlı eğitim-öğretim kurumu olarak devam etmesini sağlamışlardır.
2762 sayılı Vakıflar Kanunu Muvakkat Maddesi’ne12 göre 1936 yılında beyannâmesi verilmiş olan Heybeliada Ruhban Okulu Vakfı’nın yöneticileri ve kurucusu, yine adı geçen Nizamnâmenin aynı maddelerine istinaden St. Synode Meclisince papazlar arasından seçildiler. Heybeliada Ruhban Okulu, 5 Haziran 1935 tarih ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu13 gereği mülhak vakıflar kapsamına alınarak ve aynı kanunun muvakkat maddesi gereğince 12 Mart 1936 tarihinde Tarabya Metropolidi Iovakom ve Bursa Metropolidi Polikarpos tarafından Kadıköy Evkaf İdaresine vakfın beyannâmesi verildi14.
Heybeliada Ruhban Okulu’nun, Teoloji Okulu olarak derecelendirilmesi, Millî Eğitim Bakanlığı’nın 8 Aralık 1950 tarih ve 9127/7 ile 2601 sayılı emri ile uygun görüldü. Bu emir üzerine 25 Eylül 1951 tarih ve 151 sayılı karar ile Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi, “Rum Rahipler Okulu Yönetmeliği”ni onayladı. Bu yönetmeliğe göre Heybeliada Ruhban Okulu’nun amacı, rahiplik mesleğine girecek kişileri yetiştirmektir.
Bununla birlikte Fener Rum Patrikhanesi tarafından Heybeliada Ruhban Okulu’na yabancı öğretmen ve yurt dışından öğrenci getirilmesi konusunda, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri nezdinde birçok defa girişimlerde bulunuldu. 1947’de Patrikhane’nin yapmış olduğu girişim ve istekler, 26 Ekim 1949’da toplanan Hükûmet Komisyonu tarafından; “Heybeliada Ruhban Okulu yabancı uyruklu talebeyi okutmaya değil, münhasıran Türkiye’deki azınlık için din ve kilise adamı yetiştirmeye mahsus bir müessesedir.” kararı gerekçesiyle reddedildi. Ancak 1950 seçimleri sırasında Patrikhane’nin isteklerine karşı o sıralarda İstanbul’da 100 bin civarında Rum’un yaşaması göz önünde bulundurularak (seçimlerde oy kaygısı nedeniyle) Demokrat Parti tarafından bir söz verilmiş ve iktidara geldiklerinde de Başbakan Adnan Menderes’in bakanlığa talimatı ile okula çok sayıda yabancı öğrenci gelmeye başlamıştır. Oysa Lozan Andlaşması’nın “ekalliyetlerin himâyesi”ne dair hükümlerin gereği Türkiye’deki azınlık eğitim-öğretim kurumlarının amacı, sadece azınlığın ihtiyaçlarına cevap vermektir. Buna rağmen 1950’lerin sonuna geldiğimizde Heybeliada Ruhban Okulu’nda 64 yabancı öğrenciye karşılık sadece 12 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı öğrenci bulunmaktaydı.
Okulda hızla artan yabancı uyruklu öğrenci sayısı, okulun kuruluş amacından uzaklaştığının ve Patrikhane’nin ekümenikliğinin tanınmasında yardımcı olacak elemanları yetiştiren bir kurum hâline geldiğinin göstergesidir. Bunun önlenmesi için 30 Mayıs 1963 tarihli genelge ile 1951 yılında alınan karar yürürlükten kaldırılmıştır15.
Bu okuldan yetişen öğrencilere uzun yıllar boyunca Türk düşmanlığı aşılanmıştır ve bu okuldan yetişenler sadece ve sadece Helenizme ve Rumluğa hizmet etmişlerdir. Zaten Patrikhane’ye bağlı metropolitler de “Grek Ortodoks” adıyla anılmaktadırlar. Bu, ırka yönelik faaliyetlerin apaçık görüntüsüdür. Bu sebeplerden ötürü, bazılarının söylediği; “Eğer Türkiye bu okulu açtırırsa bu okuldan mezun olanlar Türkiye Cumhuriyeti propagandası yaparak lehimizde uluslararası kamuoyu oluştururlar” gibi ifadeler safdilliliktir.
Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasından tam kırk yıl sonra, Fener Rum Patrikhanesi’nin açtığı (1804) okullardan birisi olan Ayvalık İkonomos Akademisi’nin 1884 yılı ders müfredatında yer alan ve belediye başkanı tarafından ele geçirilen metinde insanın kanını donduran şu ifadeler bulunmaktadır;e
2) Türklerin en küçük hataları büyütülerek Avrupa’ya duyurulacak ve uygar dünya Türklere düşman edilecek,
(Devamı var)
1- Emre Kongar, “Yeni Emperyalizm ve Huntington”, Cumhuriyet, (17 Kasım 1997).
2- Samuel P. Huntington, “The Clash of Civilizations?”, Foreing Affairs, 72, no: 3. Huntington’un makalesi daha sonra bir kitap haline getirilmiştir (The Clash of Civilizations and The Remaking of World Order, New York: Simon and Schuster, 1996).
3- Huntington Yahudi medeniyetini, demografik karışıklığı ve Yahudilerin kendi kültürel kimliklerini yüzyıllardır Batı, Ortodoks ve İslâm medeniyetleri içerisinde muhafaza etmeleri nedeniyle listesine dahil etmez. Bununla birlikte o, “İsrail’in kurulmasıyla Yahudilerin bir medeniyet için gerekli unsurların hepsine – din, dil, gelenek, edebiyat, kurumlar ve müstakil bir vatan- sahip olduklarını” belirtmektedir. bkz. Huntington, The Clash of Civilization and Remaking of World Order, s. 45.
4- Geniş bilgi için bkz. Timothy Ware, The Orthodox Church, Penguin Books, 1993.
5- Ware, The Orthodox Church, s. 6.
6- Ali Güler, “Heybeliada Ruhban (Papaz) Okulu ve Gerçekler”, Bilge, S:16, (Bahar 1998), s.29.
7- Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, Eser Kültür Yay., I-II, İstanbul, 1977, s.743-744.
8- Ergin, Türk Maarif Tarihi, s.744.
9- Yorgo Benlisoy-Elçin Macar, Fener Patrikhanesi, Ayraç Yay, Ankara, 1996, s.66.
10- Emre Özyılmaz, Heybeliada Ruhban Okulu, Tamga Yay, Ankara, 2000, s.33.
11- DÜSTUR, Birinci Tertip II, (1289), S.920.
12- DÜSTUR, Üçüncü Tertip, XVI, (Teşrin-i Sani 1934-Teşrin-i Evvel 1935), s.1303.
13- DÜSTUR, Üçüncü Tertip, XVI, (Teşrin-i Sani 1934-Teşrin-i Evvel 1935), s.1293-1303.
14- Özyılmaz, Heybeliada Ruhban Okulu, s.77.
15- Özyılmaz, Heybeliada Ruhban Okulu, s.89.