ARI BİZİZ, BAL BİZDEDİR… (Türkçenin Bahçesinde Bir Gezinti)-XIV
“Eğer Cumhurreisi olmasam, Maârif Vekilliği’ni almak isterdim.”(1) diyen Atatürk’ün, kültürü şöyle târif ettiği görülüyor:
“Kültür, okumak, görebilmek, görebildiğinden mânâ çıkarmak, intibâh almak, düşünmek, zekâyı terbiye etmektir.”(2)
“Kültür, tabiatın yüksek feyzleriyle mesut olmaktır. Bu ifâde içinde çok şey mündemiçtir. Temizlik, saflık, yükseklik, insanlık vb. … Bunların hepsi insanlık vasıflarındandır. İşte kültür kelimesini mastar şekline soktuğumuz zaman, tabiatın insanlara verdiği yüksek vasıfları kendi çocuklarına, hafidlerine ve âtîsine vermesi demektir.”(3)
Atatürk’ün, çocuklarımıza verilmesini istediği tabiatın yüksek vasıflarının, yâni kültürün, muhakkak ki, en tesirli ifâde vâsıtası dildir:
“Türk çocuğu konuşurken, onun beyân ve anlatış tarzı, Türk çocuğu yazarken onun ifâde üslûbu, kendisini dinleyenleri, onun yürüdüğü yola götürebilecek, bu kâbiliyeti sâyesinde Türk çocuğu, kendisini dinleyen veyâ yazısını okuyanları peşine takarak yüksek Türk ülküsüne iletebilecek, ulaştırabilecektir.”(4)
Türk çocuğunun konuşma ve yazma, kısaca dilini kullanma kâbiliyetine bu kadar önem veren Atatürk, Türk milletini anlatırken de, dil üzerinde ısrarla duruyor:
“Türk milletinin dili, Türkçedir. Türk dili dünyâda en güzel, en zengin ve kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de, Türk dili, Türk milleti için mukaddes bir h azînedir. Çünkü, Türk milleti geçirdiği nihâyetsiz bâdireler içinde, ahlâkının, an’anelerinin, hâtıralarının, menfaatlerinin, elhâsıl bugün kendi milliyetini yapan her şeyin, dili sâyesinde muhâfaza olunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”(5)
Bir başka ve değişik millet târifinde Atatürk:
“… müşterek millî fikrin, ahlâkın, hissin, heyecânın, hâtıra ve an’anelerin millet efrâdında meydâna gelmesini ve kökleşmesini temin eden müşterek mâzînin, birlikte yapılmış târihin, vicdanları ve zihinleri doğrudan doğruya birleştiren müşterek dilin, milletlerin teşekkülünde en mühim âmiller olduğunu …”(6) ifâde ediyor.
1930’da Sadri Maksûdî (Arsal)’nin hazırladığı Türk Dili İçin adlı eserin baş tarafına, Atatürk şu sözleri yazmıştı:
“Millî his ile dil arasındaki bağ, çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin inkişâfında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki, bu dil, şuûrla işlensin.
Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.2.IX.1930”(7)
Türk dilini, bilhassa hitâbet san’atındaki ustalığıyla en tesirli ve güzel kullananlar arasında, Atatürk’ün özel bir yeri vardır. “Her Türk, dilini çok sever.” sözünün mânâsı, Atatürk’ün daha gençlik yıllarında zihnine yerleşmiş görünmektedir.1922 yılında Ahmet Emin Yalman’a naklettiği hâtıralarının bir yerinde şöyle diyor:
“O zamana kadar edebiyatla çok temasım yoktu. Merhum Ömer Naci, Bursa İdâdîsi’nden kovulmuş, bizim sınıfa gelmişti. Daha o zaman şairdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gösterdim. Hiçbirini beğenmedi. Bir arkadaşımın, kitaplarımdan hiçbirini beğenmemesi gücüme gitti. Şiir ve edebiyat diye bir şey olduğuna o zaman muttalî oldum. Ona çalışmaya başladım. Şiir, bana câzip göründü. Fakat Kitâbet Hocası diye yeni gelen bir zât, beni şiirle iştigâlden men etti:
-Bu tarz-ı iştigâl, seni askerlikten uzaklaştırır
dedi. Mâhaza, güzel yazmak hevesi bende bâkî kaldı. …
Nihâyet idâdîyi bitirdim. Harbiye’ye geçtim. … Birinci sınıfta saf gençlik hayâllerine tutuldum. Dersleri ihmâl ettim. … İkinci sınıfa geçtikten sonra askerlik derslerine merak sardırdım. Şiir hakkında İdâdî hocasının vaz’ ettiği memnûniyeti unutmuyordum. Fakat güzel söylemek ve yazmak hevesi bâkî idi. Teneffüs zamanlarında hitâbet tâlimleri yapıyorduk. Saati ellerimize alıyor, bu kadar dakîka sen, bu kadar dakîka ben söyleyeceğim diye müsâbaka ve münâkaşalar tertip ediyorduk.”(8)
Arûz vezniyle ve serbest nazımla bâzı şiirler yazan Atatürk’ün, Fransızcadan şiir tercümeleri de vardır.(9)
Hâlit Fahri Ozansoy’a 1928 yılında söylediği şu sözlerden; Türk şâirinden neler istediğini, Türk şiirinden neler beklediğini, dilin milletle ilgisinden neler anladığını öğreniyoruz:
“Şiirlerin şen, şâtır, fakat Türk milletinin sürûr, şetâret, faaliyet, his ve hareketlerini terennüm edecektir. Buna, mevcûdiyetini hasredeceksin.
Kökü çok büyük olan, dalları ondan daha büyük olacak olan bir ırkın çocuğu olarak, mensup bulunduğun millete lâyık şiirler yazacaksın. Bunu yaparsan, kimse itirâz edemez ve kabûl ediyorum ki, o zaman muvaffak oldum diyeceksin.”(10)
Hâlit Fahri’den bunları isteyen Atatürk, bu şiir anlayışı çerçevesinde aradığı millî kültür unsurlarını Yahyâ Kemâl’in şiirlerinde buluyor ve:
“Yahyâ Kemâl, geniş târih kültürünün eseridir. Şâirlerimiz, esaslı kültür sâhibi olmalı ve târihi iyi bilmelidir.”(11) diyordu.
Bütün bunlardan, Atatürk’ün Türk dilini bir millî kültür unsûru, milleti meydâna getiren en kuvvetli bir bağ ve geleceği teminde en fazla muhtâc olduğumuz bir millî vâsıta şeklinde telâkkî ettiğini söyleyebiliriz. Öyleyse; dil bahsinin geçtiği her yerde, mutlaka bir millet, bir vatan bahsi de vardır. Çünkü, Atatürk’e göre Türk dili, “Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”
– Prof. Dr. Âfet İnan, M. Kemâl Atatürk’ten Yazdıklarım, İstanbul, 1971, s. 45
2 – Prof. Dr. Âfet İnan, a. g. e. s. 45
3 – Prof. Dr. Âfet İnan, a. g. e. s. 46
4 – Prof. Dr. Âfet İnan, a. g. e. s. 51
5 – Dr. Müjgân Cunbur, Atatürk ve Millî Kültür, s.14
6 – Dr. Müjgân Cunbur, a. g. e. s. 15
7 – Sadri Maksudî (Arsal), Türk Dili İçin, Ankara, 1930 (Kitabın girişinde, Atatürk’ün el yazısıyla)
8 – Dr. Müjgân Cunbur, a. g. e. s. 53
9 – Dr. Müjgân Cunbur, a. g. e. s. 54
10 – Dr. Müjgân Cunbur, a. g. e. s. 54
11 – Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1969, s. 133