“Biz yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefi ile yaşamak isteyen bir milletiz…
… Efendiler, dış siyasetimizde başka bir devletin hukukuna tecavüz yoktur. Ancak hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi, namusumuzu müdafaa ediyoruz ve edeceğiz.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Çağdaş dünyada harp bütün çabalara rağmen hâlâ ortadan kaldırılamamış; iki ülke veya ülkelerin kurduğu ittifaklar arasındaki sorunların çözümünde en son başvurulacak bir vasıta ve bir yöntem olarak kullanılmaktadır.
Dünyada büyük veya küçük çapta hiçbir harp bir anda başlamaz. Çapı ve şekli ne olursa olsun her harbin mutlaka bir evveliyatı vardır. Devlet adamları, harbin ülkede çok büyük tahribata yol açacağını çok iyi bildiklerinden sorunun çözüme kavuşturulmasında mümkün mertebe askerî güç kullanmaktan özenle kaçınırlar. Bununla beraber, ülkeler arasındaki sorunları çözümlerken barışçı gayretlerin ve diplomatik girişimlerin sonuç vermemesi durumunda askerî güç kullanma mecburiyetinde kalabilirler. Böylece, ülkeler veya ittifaklar arasında harp kaçınılmaz hâle gelir. Bugün Rumlar ve Yunanlılar, Türkiye’nin ahdi hukukuna(1) dayalı olarak 20 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs’a yapmış olduğu askerî müdahâleyi dünyaya bir işgalmiş gibi gösterirken ve Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni bir işgalci ordu olarak suçlarken; Kıbrıs sorununa, yıllarca barışçı yollardan ve diplomatik kanallardan çözüm bulmak için gayret sarfeden Türkiye’yi sürekli tahrik ederek kazanı patlama noktasına kadar kaynattığından ve onu harbe zorladığından hiç söz etmemektedirler. Bu şekilde Rum-Yunan ikilisi, dünya kamuoyunda, Kıbrıs sorununun Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin adaya müdahâle etmesiyle meydana geldiği intibaını yaratmaya çalışmakta; bu konuda sürdürdükleri yoğun propaganda ile dünya kamuoyunu aldatmakta ve yanıltmaktadırlar.
Türkiye’nin Kıbrıs’a askerî müdahâlede bulunması sorunun bir sebebi değil; Rum-Yunan ikilisinin adayı Yunanistan’a ilhak etmek (ENOSiS) için bir asrı aşkın bir zamandan beri Kıbrıs’ta sürdürdüğü sinsi ve silâhlı faaliyetlerin; burada yaşayan Türk halkına yaptıkları haksızlıklar ile zulmün; onlara karşı giriştikleri soykırımın ve Türkiye’nin millî güvenliğini ciddî bir şekilde tehlikeye sokacak siyasî davranışlarının bir sonucudur. Bu bakımdan Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs’ta, 20 Temmuz 1974 tarihinde icra ettiği “Barış Harekâtı”nı ve bugün Türk askerinin adada bulunmasını anlayabilmek, her şeyden önce, Türkiye’yi böyle bir askerî harekâtı yapmaya mecbur bırakan sebeplerin neler olduğunu ortaya koymakla mümkün olacaktır.
Osmanlı imparatorluğu’ndan egemenliğini kazanıp dünya sahnesine bir devlet olarak çıktığı günden beri (1829) “Megali idea”yı(2) dış politikasının temeli olarak kabul eden ve Kıbrıs’ı ilhak etmeyi bir millî hedef hâline getiren Yunanistan, 1878 yılında, Osmanlı imparatorluğu’nun, Kıbrıs’ın yönetimini, geçici olarak ingiltere’ye devretmesi üzerine adadaki “ENOSiS”(3) faaliyetlerine hız vermiştir.
Birinci Dünya Harbi’nin sona ermesinden hemen sonra Yunanistan, Kıbrıs’ı resmen ingiltere’den istemişse de ingiltere bu isteği kesin bir dille reddetmiştir. Lozan Antlaşması’ndan bir yıl sonra (1925), Kıbrıs’a ilişkin isteğini bir defa daha tekrarlayan Yunanistan’a ingiltere yine olumsuz yanıt vermişti.
Bunun üzerine Yunanistan, Kıbrıs Rumlarını tahrik ve teşvik ederek adada ingiliz idaresine karşı ayaklandırmıştı (1931). Önce adanın başkenti Lefkoşa’da başlayan isyanda Rumlar vali konağını yakmışlar ve hükûmet binalarını tahrip etmişlerdi. Kısa zamanda adanın her tarafına yayılan isyan güvenlik kuvvetleri tarafından bastırılmakla beraber, Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs’taki “ENOSiS” çabaları son bulmamış ve her geçen gün biraz daha tırmanarak devam etmiştir.
Kilise, her yerde olduğu gibi, Kıbrıs’ta da bazen örtülü, çoğu zaman açık bir şekilde “ENOSiS”in öncülüğünü yapmıştır.
ikinci Dünya Harbi’nin hemen sonrasında (1945) Yunanistan, ingiltere’den Kıbrıs’ın kendisine verilmesini bir defa daha istemiş, fakat tekrar ingiltere’den red cevabı alması üzerine Kıbrıs Ortodoks Kilisesi’ni kullanarak adada 15 Ocak 1950 tarihinde yasal hiçbir temele dayanmayan ve hukukî hiçbir geçerliliği bulunmayan bir plebisit yaptırmıştır. Türklerin katılmadığı bu kamu oylamasında Rum toplumunun % 96’sı adanın Yunanistan’a ilhakını istemişti. Fakat ingiltere, söz konusu plebisiti geçersiz sayarak Kıbrıs’ta ingiliz hükümranlığının tartışma götürmez bir şekilde devam edeceğini çok açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Kıbrıs’ta siyasî ve diplomatik yollardan “ENOSiS”i gerçekleştiremeyeceklerine kanaat getiren Rum-Yunan ikilisi, Kıbrıs’ta yasa dışı “EOKA”(4) yeraltı teşkilâtını kurarak adada şiddet, anarşi ve terör eylemlerine başlamıştır. Böy ece Yunanistan adada sürdürdüğü “ENOSiS” mücadelesine yeni bir askerî boyut kazandırmıştır.
Anılan yeraltı teşkilâtının 1 Nisan 1955 yılında başlayan ve Kıbrıs Türklerini de hedef alan silâhlı eylemleri 1959 yılına kadar devam etmiştir. Bu süreç içerisinde “EOKA” yeraltı teşkilâtı adada 278 Rum, 142 ingiliz ve 84 Türk olmak üzere toplam 504 masum kişiyi acımasızca öldürmüştür.(5)
Kıbrıs’ta, Türk ve Rum toplumları arasındaki çatışmaların giderek tırmanıp bir iç harbe dönüşme eğilimi göstermesi ve Türkiye ile Yunanistan’ı harbin eşiğine getirmesi üzerine Türkiye, ingiltere, Yunanistan aralarında soruna barışçı yoldan çözüm bulmaya karar vermişler ve bu amaçla “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni meydana getiren Zürih-Londra Antlaşmaları ile Garanti ve ittifak Antlaşmaları’nı imzalamışlardı.
Bu antlaşmaların sonucu olarak Türkler ile Rumların eşit siyasî haklarına ve ortaklığına dayalı olarak “Kıbrıs Cumhuriyeti” kurulmuş (16 Ağustos 1960); adanın güneyinde 98 mil kare büyüklüğünde Dilgelya ve Episkopi askerî üsleri ingiltere’nin hükümranlığında kalmıştı. Bu şekilde, ingiltere Kıbrıs’tan ayrılırken geride Türk ve Rum toplumlarının eşit olarak temsil edildiği bir anayasayı ve Türkler ile Rumların ortaklığına dayalı olarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bırakmıştı.
Hiç şüphesiz Kıbrıs sorununun bu şekilde kalıcı bir çözüme kavuşturulması aşağıdaki hedefleri gerçekleştirmesi ciheti ile tarafları memnun etmişti:
-Türkler ile Rumlar arasında uzun bir zamandan beri devam eden ve bir iç savaşa dönüşme eğilimi gösteren toplumlararası çatışmaları sona erdirmişti.
– Kırbıs’ta Türk ve Rum toplumlarının yeniden bir arada ve barış içinde yaşamalarına elverişli bir ortam yaratmıştı.
– Türkiye, ingiltere ve Yunanistan’ın millî çıkarları korunmuş ve bulunan bu çözüm, tarafları tatmin etmişti.
-Doğu Akdeniz’de siyasî dengeler ve tehlikeye giren bölge barışı korunmuştu.
Kıbrıs’ta meydana gelen bu köklü değişikliği Rum-Yunan ikilisi sorunun kesin bir çözümü olarak görmemişti. Kıbrıs’ta bağımsız, bağlantısız bir cumhuriyetin ilân edilmesi, onlar için nihaî hedefleri olan “ENOSiS”e giden yolda bir kademe veya bir ara hedef olarak değerlendirilmişti. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Makarios, en kısa zamanda 1960 antlaşmaları ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’ndan kurtulmanın; devleti silâh zoru ile ele geçirmenin yollarını arıyordu. Bu amaçla Yunanistan ile birlikte Akritas yeraltı teşkilâtını kurmuş ve Akritas Plânı’nı(6) hazırlamıştı.
Kıbrıs’ın Cumhurbaşkanı olan Makarios’un bu şekilde bir davranış içine girmesini, hiç şüphesiz, devlet adamlığı ciddiyeti ve sorumluluğu ile bağdaştırmak mümkün değildir.
Makarios, Akritas Plânı’nı üç safhada gerçekleştirmeyi düşünmüştü:
1.nci safha:
Kıbrıs’ta ihtilâlvari bir hükûmet darbesi ile Türk halkı ortaklık devletinin kurum ve kuruluşlarından dışlanacak; silâh zoru ile devlet makamlarına oturulacak, böylece Kıbrıs Cumhuriyeti Rumlar tarafından gasp edilecek.
2.nci safha:
Kıbrıs Türkleri, kaba kuvvetle; siyasî, ekonomik ve sosyo-psikolojik baskılarla boyunduruk altına alınacak; adanın, büyük devletlerin destek ve yardımları ile Rumlar’ın egemenliği altına sokulması sağlanacak.
3.ncü safha:
Kıbrıs Yunanistan’a ilhak edilecek. (ENOSiS gerçekleştirilecek).
Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ele geçirmek için kısa zamanda hazırlıklarını tamamlayan ve Yunanistan’ın desteğini arkasına alan Makarios, gizli plânını icra etmek için sebepler aramaya başlamış ve 30 Kasım 1963 tarihinde garantör ülkelere -Türkiye, ingiltere, Yunanistan- yazılı bir muhtıra göndererek Kıbrıs Anayasası’nın 13. maddesini (Bu maddelerin altısı anayasının değiştirilemez niteliği taşıyan temel maddeleri idi) değiştirmek istediğini bildirmiştir. Makarios’un bu değişikliği yapmak istemesinin asıl amacı, uluslarararası antlaşmalar ve anayasa ile Türklere tanınan hakları ellerinden alarak onları Kıbrıs’ta azınlık durumuna düşürmekti.
ingiltere ile Yunanistan başından beri Makarios’a bu konuda örtülü olarak destek verdiklerinden değişiklik önerisine tepki göstermemişlerdi. Fakat Türkiye kendisine karşı oynanmak istenen oyunu çok iyi analiz ederek Makarios’un anayasa değişiklik önerisini kesin bir dille reddetmişti. Bunun üzerine Makarios, aradan üç hafta gibi kısa bir süre geçtikten sonra, 21 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs Türklerini ortadan kaldırmak ve adada “ENOSiS”i gerçekleştirmek üzere “Akritas Plânı”nı uygulamaya koymuş ve bu plân gereği Türk köylerine karşı silâhlı taarruzlar başlatmıştı. Böylece Makarios ile Yunanistan, Kıbrıs’ı silâh zoru ile ele geçirmek üzere harekete geçerek Kıbrıs meselesini yeniden başlatmışlardı. Bu defa meseleye bir de askerî boyut kazandırmışlardı.
Bu gelişmelere paralel olarak Makarios, Yunanistan ile koordineli olarak ve işbirliği yaparak Kıbrıs’ı işgal etmek ve dışardan vaki olacak bir askerî müdahaleye karşı adayı savunmak üzere Yunanistan’da ve Kıbrıs’ta sür’atle bir askerî yapılanmaya gitmiştir. Bu amaçla Yunanistan’da ve Kıbrıs’ta komutanlıklar kurulmuş (EMEK(7); SDIK)(8); bunu adada sür’atle RMMO’nun teşkilâtlandırılması, donatılması, eğitilmesi, harbe hazırlanması takip etmiş; ayrıca Yunanistan’dan araç, gereç ve silâhları ile birlikte bir tümene yakın kuvvet gizlice ve yasadışı yollardan adaya sokulmuş, Girne kıyılarında, Güzelyurt ve Magosa körfezindeki çıkarma plajlarında daimî tahkimat yapılmıştı.
Bu durumdan büyük ölçüde cesaret ve destek alan Rumlar 1964 senesinde, Kıbrıs sathına yayılmış Türk köylerine ve büyük kasabalarda bulunan Türk bölgelerine karşı sürdürdükleri saldırılarına hız vermişler; Türk köylerinin halkını katletmeye başlamışlar; evlerini yakmışlar; yıkmışlar ve talan etmişlerdir. Rumların bu taarruzları ile 103 Türk köyü tamamen tahrip olmuş, bu köylerde yaşayan Türklerin bir kısmı öldürülmüş ve hayatını kurtarabilen 26.000 kişi (Ada’daki toplam Türk nüfusunun 1/4’ü) daha güvenilir Türk bölgelerine göç etmek mecburiyetinde bırakılmışlardı. Ada genelinde irili ufaklı Türk kantonlarına hapsedilmiş Türkler için tam bir belirsizlik; karanlık ve felâket dolu bir dönem başlamıştı.
Türk köylerinde kimse köyünün dışına çıkarak tarlasını ekemiyor ve hayvanlarını otlatamıyordu. Türklerin ekonomik hayatı felce uğratılmıştı. Türk kantonlarında, Rum saldırılarının yarattığı açlık, kargaşa ve ölüm korkusu hâkimdi. Türk köyleri etrafındaki Rum kuşatması köy halkını yokluğa, fukaralığa ve çaresizliğe itmişti. Temel gıda ve ihtiyaç malzemeleri ile tıbbî malzeme ve ilâç yokluğu, evsizlik, parasızlık Türk insanının belini bükmüştü. Kaynakları tükenen Türk halkı, açlık ve sefaletin pençesine düşüp yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Kıbrıs Türkünün acısı kesilen damarda bir sızı gibi atıyordu. Sayın Rauf Denktaş hatıralarında o günleri şu şekilde anlatıyor:
“… Durum vahimdi… Rumlar meseleyi uzatarak Türkleri zaman içerisinde yılgınlığa ve bezginliğe sürükleyip, adayı terk etmelerini sağlayacaklarına inanıyorlardı. Meselenin çözümü zamana bırakılmalıydı… Rumların vermek istedikleri mesaj açıktı:
Ya mezar; Ya köleliğe rıza; Ya göç.”
Özetle denilebilir ki Kıbrıs Yunanistan tarafından fiilen işgal edilmiş ve Yunan birliklerinin himayesinde Makarios, Türkleri devlet organlarından dışlayarak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni gasp etmişti.
Kıbrıs’ta meydana gelen hukuk dışı bu gelişmeler karşısında Türkiye’nin uluslararası antlaşmaların kendisine verdiği hakka dayalı olarak Kıbrıs’a yapmak istediği askerî müdahale her defasında, Yunanistan’ın gizlice adaya asker çıkararak Kıbrıs’ı işgal etmesine göz yuman ve sesini çıkarmayan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Batılı büyük devletler tarafından engelleniyordu. Burada üzülerek belirtmek isterim ki Batılı devletler ve özellikle de Avrupa Birliği (AB), Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs’ta yaptığ zulme, işlediği cinayetlere, sergilediği vahşete onbir yıl seyirci kalmış; bunun da ötesinde Rum-Yunan ikilisine arka çıkmış ve hâlâ çıkmaktadır.
Bu durum karşısında, Türkiye’nin bütün diplomatik girişimleri sonuçsuz kalmış ve böylece Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs’ta yıktığı 1960 anayasa düzenini yeniden tesis etmek mümkün olmamıştır. Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs Türk halkına yaptığı mezalim 1974 yılına kadar devam etmiştir. Bu süreç içerisinde devlet organlarından silâh zoru ile atılan Kıbrıs Türkleri, kendi yönetimlerini kurmuş; Türkiye’nin destek ve yardımları ile kendi kendilerini yönetmeyi başarmışlardır.
Yunanistan, 1974 senesine gelindiğinde adadaki siyasî, ekonomik, askerî durumun tamamen kendi lehine olduğunu; Kıbrıs’ta artık “ENOSiS”i ilân etme zamanının geldiğini değerlendirmiş ve adada gayrimeşru olarak bulundurduğu askerî birliklerde görevli subayların öncülüğünde 15 Temmuz 1974 tarihinde Makarios’a karşı bir hükûmet darbesi yaptırmıştı. Bu darbeden canını zor kurtaran Makarios, ingilizlerin yardımı ile Kıbrıs’tan kaçmış ve azılı bir “EOKA” militanı olan Nikos Samson Cumhurbaşkanlığına getirilerek adada “Helen Cumhuriyeti” ilân edilmişti. Bu şekilde Rum-Yunan ikilisi, dünyanın gözleri önünde sergiledikleri çirkin bir oyunla Kıbrıs’ın bağımsızlığını, bağlantısızlığını, egemenliğini ve toprak bütünlüğünü ortadan kaldırmış; önceden hazırladığı “Akritas Plânı”nı uygulamaya koymakla Türk ve Rum toplumlarının Kıbrıs’ta üniter bir devlet çatısı altında yaşama imkânlarını yok etmiş; uluslararası hukuku, adaleti, insan temel hak ve özgürlüklerini ayaklar altına almıştı.
Türkiye, anılan hükûmet darbesini Kıbrıs’ta anayasal düzenin tamamen yıkılması ve iş başına gelen Rum yönetiminin üstü örtülü bir “ENOSiS” olduğunu; bu nedenle, gayrimeşru bu idareyi tanımadığını dünyaya ilân etmişti. Garantör bir devlet olarak Türkiye, Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs’ta oynamak istediği bu siyasî trajik oyuna son vermek; Yunanistan’ın gemi azıya almış, doymak bilmeyen “Megali idea” ihtiraslarına “dur!” demek mecburiyetinde bırakılmıştı.
Türkiye, Yunanistan’ın Kıbrıs’ta yaratmak istediği “oldu bitti!”ye razı olamazdı. Zamanın Başbakanı Bülent Ecevit, Garanti Antlaşmasının hükmü gereği ingiliz yetkilileri ile istişarede bulunmak üzere Londra’ya gitmişti. Müzakerelerde, Kıbrıs’ta bozulan anayasal düzeni yeniden kurmak için iki garantör devlet olan Türkiye ile ingiltere’nin adaya ortak askerî müdahalede bulunma teklifinin reddedilmesi üzerine Türkiye’nin artık soruna barışçı yollardan çözüm bulma ümidi ortadan kalkmış ve 1960 yılında imzaladığı Zürih-Londra Antlaşmaları ile Garanti ve ittifak Antlaşmaları’nın kendisine tanıdığı garantörlük görevini yerine getirmesi kaçınılmaz olmuştu.
Bu durum karşısında Türkiye, Garanti Antlaşması’nın 4.ncü maddesinin kendisine tanıdığı müdahale hakkına dayalı olarak 20 Temmuz 1974 günü sabahleyin adaya asker çıkararak Kıbrıs’ın kuzey bölgesini Yunanistan’ın işgalinden kurtarmış ve adanın Yunanistan’a ilhak edilmesini engellemiştir. Böylece, Rum-Yunan ikilisinin Türkleri katletmesini önlemiş ve adada yaşayan Türk halkının uluslararası antlaşmalardan doğan siyasî hakları ile temel insan hak ve özgürlüklerini güvence altına almıştır.
SONUÇ:
Kıbrıs meselesi Türkiye’nin izlediği bir politikanın sonucu olarak ortaya çıkmış değildir. Rum-Yunan ikilisinin yıllardan beri Kıbrıs’ta yarattığı olaylar damla damla birikmiş ve o denli çoğalmış ki, Kıbrıs’ı bugün içinden çıkılmaz bir sorun hâline getirmiştir.
Kıbrıs’ta “ENOSiS” savaşını, Yunanistan’ın desteğinde, Rumlar başlatmış, giderek tırmandırıp günümüze kadar getirmiş; bu savaşı hâlâ siyasî, ekonomik, sosyo-psikolojik ve askerî alanlarda sinsi, örtülü, yıkıcı ve bölücü faaliyetlerle sürdürmektedir.
Özetle denilebilir ki Kıbrıs sorununun mimarı Makarios ve adada bugüne kadar yaşanan bütün acıların yegâne sorumlusu Yunanistan’dır. Makarios ile Yunanistan, Kıbrıs’ta işledikleri insanlık suçlarının ve çiğnedikleri insan haklarının sorumluluğu ile suçluluğunu hiç kimse ile paylaşamayacakları gibi, günahlarını Türkiye’ye ve Kıbrıs Türk halkına yükleme hakkına da sahip değildirler.
Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs’ta bulunan “Türk Barış Kuvvetleri”ni işgalci olarak gösterme zihniyeti ve çabaları gerçek dışı olup, her türlü dayanaktan yoksundur. Hâlen adada konuşlanmış Türk birlikleri Kıbrıs’taki Türk varlığının, huzurun ve barışın yegâne teminatı olup; Türkiye’nin ulusal güvenliğinin bekçisidir.
DiPNOTLARI
(1) Bir yanda Kıbrıs Cumhuriyeti ve diğer tarafta Türkiye, Yunanistan ve Büyük Britanya Birleşik Krallığı arasında 16 Ağustos 1960 tarihinde imzalanan Garanti Antlaşması’nın 4.ncü maddesi şöyledir:
“Bu antlaşma hükümlerinin ihlâli durumunda Türkiye, Yunanistan ve ingiltere bu hükümlere uyulmasını sağlamak için gerekli teşebbüs ve tedbirler konusunda iştişare etmeyi taahhüt ederler.
Ortaklaşa veya anlaşmayla harekete geçmek mümkün olmuyorsa, garanti eden devletten her birisi, bu antlaşma ile yaratılan düzeni yeniden kurmak münhasır amacı ile harekete geçmek, müdahale etmek hakkını saklı tutarlar.
(2) Megali idea: Bizans imparatorluğu’na ait toprakları ele geçirip merkezi istanbul (onların deyimi ile Kostantinopolis) olduğu hâlde iki kıtaya uzanan (Avrupa ve Asya) ve beş denize açılan (Ege Dinizi, Karadeniz, Akdeniz, ionien Denizi, Adriyatik Denizi) Grek imparatorluğu’nu (Büyük Yunanistan’ı) kurmak olarak özetlenebilir.
(3) ENOSiS: Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak edilmesi.
(4) EOKA: “Ellenikos Organismos Kibriagon Agonistan” Rumca kelimelerinin baş harflerinden meydana gelen bir kısaltmadır. “Kıbrıs Millî Mücadele Teşkilâtı” anlamı taşır.
(5) Cyprus Problem: Why No Solution: 1974; s. 8.
(6) Akritas Plânı: Kıbrıs’ta politik, ekonomik ve askerî eylemlerle Türk halkını imhayı; silâh zoru ile Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ele geçirmeyi hedef alan Rum-Yunan ikilisi tarafından elbirliği ile hazırlanan bir ihanet plânıdır.
(7) EMEK: Kıbrıs Karma Özel Kurmay Başkanlığı anlamına gelir. Doğrudan Yunanistan Millî Savunma Bakanlığı’na bağlı bir askerî kuruluştur. Kıbrıs’ta Rum Millî Muhafız Ordusu’nu (KRMMO) kurmak, donatmak, harp plânlarını hazırlamak, Kıbrıs’ta harekâtı sevk ve idare etmek üzere yetkili kılınmıştır.
(8) SDIK: Kıbrıs Askerî Komutanlığı. Emirleri doğrudan EMEK’ten alır.