HÂKİMİYETİN önemini millet olarak en çok değerlendirdiğimiz içindir ki; TBMM ana salonunda yazılı olan “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” sözlerindeki anlam büyüktür. Böyle tarihî bir zeminde hür yaşantımızın kesintiye uğratılması görüntüsünü gözlüyoruz.
Genelde tarih bilgimizi ve günümüz yaşam koşullarını yoklarsak demokrasi “HALKIN YÖNETİMİ” demektir.
Bilindiği gibi, asılda:
“Demokrasi devletlerin kendi iç yapılarında sorunları çözen, dış ilişkileri yönlendiren, bir yaşam tarzının kaidelere bağlanış” sistemidir.
Bugünlere, bu bozuk ve çarpık düzene nasıl gelindiği tartışmaya açılacak olursa; 1946’larda demokrasi çizgisinde, devletimizin kuruluşunda atılan temel içindeki taşların ısrarlı bir şekilde yönetimleri üstlenen siyasîlerce oynatılmaya başlanıldığını görüyoruz.
Türkiyemizde üniter toplum yapısı, DİL ve KÜLTÜR BİRLİĞİ ile DİN BİRLİĞİ, çoğunluğu kan bağlılığı altında bizleri birbirimize bağlayan temel taşların olgusudur. TÜRK dünyası Dil ve Kültür birliğidir. BİZLER; “Büyük ATATÜRK’ün çizdiği yolu yürümeye ve o yolda daha ileri bir çizgiyi” bulmaya çalışıyoruz. Gayemiz; “Çağdaş ulusların insan hakları çizgisini” görmek ve bu çizgide kendi yararımıza olacak şekil ve şartları yaratarak ulaşmaktır.
Kendi görüşümüz içinde; millet olarak milliyetçiliğimizin ana öğelerini araştırdığımızda: “Aynı terbiyeyi almışlığımızın, aynı bayrağı taşımışlığımızın, aynı geleneklere uymuşluğumuzun ve aynı tarihe sahip olmuşluğumuzun, aynı millî hedef doğrultusunda birleşmişliğimizin insan olarak, Türk insanı olarak, Anadolu ve Trakya insanı olarak sürdürme ve yükseltme ilkesindeki” düşünce gücümüzün hâlen yerinde olduğunu da söyleyebiliriz.
Yoksa “Türkiye Cumhuriyeti’nin temel vasıflarının korunması, üniter yapının bozulmaması için lâiklik ilkesine dayalı anayasa nizamının korunması yönünde yargının üstlendiği görevin” önemi tabir caiz ise “es” mi geçiliyor? Bilmeliyiz ki; Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasi yaşamında da hâkimiyetin Türk milletinde olması asıldır. Bu eylem inkâr edilemez, hâkimiyetin milletçe başka ellere, kişilere bırakıldığı tarih içinde de görülmemiştir.
Günümüzdeki görüntü ve düşünce bu sınır içinde mi tutuluyor, yoksa evrensellik içinde uluslararası bir ortama mı çekilmek isteniyor? Dış baskıların getirdiği evrensellik konumu, devletimizi sürekli ekonomik bağımlı olarak bir başka devletin düşünces inde kaynağını arayan bir çizgiye mi götürüyor, dahası yöneticilerin hareketleri ile devlet anlayışındaki biçim değiştirilmeye mi çalışılıyor?
Bu sorular çerçevesinde gidilen yol çizgisinde, biz deriz ki; Asılda devletimizi yıpratan son yıllarda yönetimi üstlenen ve de iktidar olan siyasîlerin günümüzde, krizlere neden olan tutarsız hareketleri, AB girişi için yerli yersiz verdikleri sürekli tavizleridir. Kanımızca büyük ATATÜRK’ün nutkunda işaret ettiği her hareketi önemsemiş olsaydık herhâlde olumsuzluklar ile karşılaşmazdık.
Vatanımızı, Anadolu ve Trakya’da yaşayan Türk insanı olarak yönetimi üstlenen siyasîlerin büyük ATATÜRK’ün Kurtuluş Savaşı sonrası devlet idaresinde bulunacakların; “Kanındaki ve vicdanındaki cevheri aslîyi çok iyi tahlil etmek” dikkatinde ısrarcı olmak tabiatını mı kaybettiğimiz kanısıyla, bizler günümüzde, yönetimdekilerin eylemleri ve düşünceleri, Atatürk’ün sözleri olan; “Milletimizin kavi (güçlü), mes’ut ve müstekar (sürekli) yaşayabilmesi için devletin tamamen millî bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin teşkilâtı dahiliyemize (içişlerimize) tamamen mutabık ve müstenit olması lâzımdır.” cümlesindeki isteme uyulmadığını, bu sözlerin biçimi ve işleyişinin kaybedilmeye çalışıldığını söyleyebiliyoruz.
Büyük ATATÜRK’ün Namık Kemal’in;
“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini
Yoğ imiş kurtaracak baht-ı kara maderini”
sözlerine verdiği cevap, önemli olduğu kadar yönetimi üstleneceklere gönderdiği bir uyarı, bir ışıktır. Bundan dolayıdır ki; büyük ATATÜRK’ün
“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak baht-ı kara maderini”
sözlerini içtenlikle anlamak mecburiyetindeyiz.
Ekonomide bozulmaya yüz tutan düzenimizi, dışarı açılmadan itimat edilecek ve güvenilecek kişilerin iş başına getirilmesinin devletimiz ve milletimiz için faydalı olacağı kanısını bizler hâlen taşıyoruz. Gene ayrıca örf-âdet-gelenek yapımızın bize yol göstereceğini, büyük ATATÜRK’ün her sözünün bu çizgilere dayandırıldığını bilmemiz gerekiyor.
Artık siyasî ve ekonomik düzenimizi bozan hareketlerden kaçınmalıyız. Uyum yasaları ifadesiyle tebaa görüntüsü çizen kişilerin iş başına getirilmemesi için yasalarımızda her çeşit değişikliği düşünmeli ve gerçekleştirmeliyiz. Unutmamak gerekir ki büyük ATATÜRK’ün “Malî istikrarı olmayan milletlerin fikrî istikrarı da olmaz” sözündeki anlam bu noktayı işaret etmektedir.
Yurdumuz üretime açılmalı, üretim için uğraş verenlerin yeri olmalıdır. Üretimde yeri olan köylümüzün, memurumuzun, tüccarımızın, sanayi erbabımızın sıkıntılarını suç isnat ederek değil, çözüm bularak bitirmeliyiz. Yarınların milletimiz için düzgün ve iyi olması özellikle milletçe el birliği, dil birliği ve para birliği içinde olmaktan geçer. Son yıllar içinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik ve siyasî baskıların getirdiği olumsuzluklar ile yıpratıldığı, borç altına sokulduğu bir vakıadır. Ama üzülmeyelim gene de, güçlü olan bir devlet yapımız var, o biraz olsun bizleri ayakta tutmaya yetiyor.
Son gündemin UYUM YASALARI ile çizildiği belleklerimizdedir. Bu bellemenin ne derece geçerliliğini koruyacağı ve de çıkarılan yasalar ile uyuşacağı elbet önem taşımaktadır.
AB’ye giriş sistemi içinde bir devlet hâkimiyetinin sürekliliği bizce devletimiz için büyük bir özveridir. Bu özveriyi çıkar amaçlı grupların elinde oyuncak yapmayacak bir siyasî ortama gitmeliyiz.
Uyum yasaları, uyumluluk getirecek zemin içinde vatandaşlarımızın uymaları yolunda olgunlaştırılmalıdır. Aksi hâlin, yasalara şimdiden uymamayı, karşı koymayı da beraberinde getireceği görünen köy misâlidir.
Özellikle uyum yasalarındaki hedef, ATATÜRK’ün hedefi olan; “ORTANIN SOL’UNDAN-ORTANIN SAĞ’I ARASINDA” çizilecek hat hedefteki görüntü çizgisi olmalıdır.
Ondan dolayıdır ki; Uyum yasaları düzenlenirken, cesaret, azim ve güç sözlerinin çizgisinde birleşilmeli, milletimizin birlik ve beraberliği geliştirilerek doğmalıdır.
Öyle ise; Anadolu ve Trakya insanı aynı terbiye içinde, aynı bayrağı taşıyan, aynı geleneklere ve tarihe sahip bir duygu ile kendi adının, büyük isminin TÜRK olduğu bilinci ile, sosyal, ekonomik ve kültür bağını yaratarak milliyetçilik fikrini oluşturmuş olduğundan, böyle bir yaşam içindeki halkımızı ille de AB’ye uyduracak yaşam içine sokmak iğneli fıçı işkencesi olacaktır.
Son yıllarda yurdumuzda geliştirilen terör eylemleri, devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmezliğine yönelik bir SEVR şartıdır. Sevr şartlarını kimler çizdiyse günümüzde AB olarak bir devletler topluluğu kurmuş ve karşımıza yeni bir devlet olarak dikilmişlerdir.
Bilinmelidir ki, insanlar terörü ve teröristi tanımakta gecikirlerse, getirdiği olumsuz ortamdan gene kendileri sorumludurlar. İşte Türkiye, işte ABD örnekleri. Uzun süre yönetimde bulunan Türk hükûmetlerinin terörü bir iki çapulcunun işi olarak görmeleri ve önlemede gecikmeleri bakınız yurdumuzda ne gibi büyük zararlara yol açmıştır.
Uyum yasalarındaki çalışmaları yürütürken evrensellik yaygarasına kapılmadan “Cumhuriyetçi, milliyetçi, akılcı, âdil, lâik” düşünceler içinde tarihimizi, tarihî gücümüzü kullanıp önümüze konulan tuzaklardan kendimizi koruyarak AB haritasını çizmeliyiz.
Üzülerek söyleyebiliriz, görünen odur ki; son aylarda ve gelecek aylarda her gün yeni bir olay, yeni bir güvensiz tavır güncelliğini muhafaza edecektir. Mevcut devlet borcumuzun büyüklüğü yanında yeni borçlanmalar ile borcumuzun daha da çoğalacağını önceden görmek zorundayız. Böyle bozuk bir bağımlı ortam çizgisinde Osmanlı İmparatorluğu’nun ne yöne götürüldüğünü aklımızdan çıkarmamalıyız.
Devlet idaresini bilmeyen, devletin siyasî ve ekonomik konumunu öğrenmemiş olan siyasî kimlik erbabına, yönetimde yer kapmak isteyenlere görev vermemek Türk milletinin ödevi olacağında fikir birliği yapmalıyız. Günümüzde istenen odur ki; düzeni bozan yanlış eylem sahiplerinin kendiliklerinden görevi, güvenli ve itimatlı kişilere vermeyi düşünmeleri her şeyden önce kabul görmelidir.
İşin esası başkasına tebaa ve tabi olmadan kendi yağımız varsa onu ekonomik krizi atlatıncaya kadar kullanmak zorundayız. Devlet düzenindeki ekonomik çalışma böyle olmalıdır. Devletimizin jeopolitik ve siyasî durumu itibarıyla güvenlik içinde yaşamak istiyorsak evrensellik bahanesini bırakıp kimseye tebaa ve tabi olmadan varlığımızı korumaya, düzenimiz içinde yaşamaya çalışmalıyız. Böyle bir tutum aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin temel vasıflarında vardır.
Gene bir başka olumsuzluk çizgisi de, bir kesim basın erbabının, haber vereceğim diye devletimizi dışarıda yanlış anlaşılmalara yol açacak şekilde, haklarında soruşturmaya gidilen zanlılar için abartılı şekilde değerlendirmeye girmeleridir. Oysa özellikle haklarında soruşturma yapılan kişi veya kuruluşlar için haber niteliği bozulmadan basın yoluyla duyurulması esastır. Her ne şekilde olursa olsun yazılı ve sözlü basın yorum getirmeden abartısız haber taşımalıdır. Haberi duyurmaya önem vermelidir.
Bundan doğacak olumsuzlukların, kişilerden ziyade devletimizi ve milletimizi kirleteceği açıktır. Hürriyetlere önem veren devletimizin ve milletimizin bir tebaa veya bağımlı bir devlet olamayacağı bilinmelidir.