Ana Sayfa 1998-2012 Bırakın Başkaları Eğlensin

Bırakın Başkaları Eğlensin

Avrupa Birliği’nin bekleme odasına alınışımız, medyatik ve politik çevrelerin bir kısmında bayram şenlikleriyle karşılandı. Göz kamaştırıcı ışıklarla donatılmış vitrinin arkasındaki tezgâhlarda hangi kumaşların dokunduğuna ya önem verilmedi yahut gözlerden saklanmaya çalışıldı.

1856 Paris Konferansı’nda da, Osmanlı Devleti resmen Avrupa devleti sayılmıştı. Bunu takip eden yıllarda, Avrupa devletlerinin zayıf bir Osmanlı Devleti’nin varlığını sürdürme politikası değişmiş, onun yerini Osmanlı ülkesinin parçalanması pazarlıkları almıştı. Osmanlı devlet ricalinin 1856’daki sevinçleriyle bugünkü başarı çığlıkları birbirine ne kadar benziyor.

Lüksemburg zirvesinde kapıları yüzümüze hoyratça çarpan Avrupa, tavrını birden bire niçin değiştirdi? Ekonomimiz düzeldi, Kürtlere azınlık hakları verildi, Kıbrıs düğümü çözüldü de, ondan mı? Hayır; hâlâ Müslümanız, hâlâ bir ayağımız Asya’da, hâlâ Kopenhag kriterlerine aynı mesafede uzağız. Peki, değişen ne? Bizim bekleme odasına alınmamız için gösterilen bu gayretin, bu telâşın, bu acelenin arkasında neler yatıyor?

Böyle sür’atli bir tavır değişikliği size şüphe verici gelmiyor mu?

“Türkiye” denildiği zaman tüyleri diken diken olan Yunanistan’ın birden yumuşayıp dostluk gösterileri gibi aldatmacalara kalkışması hiç mi dikkat çekmiyor?

Kapının eşiğinde bekletilmemiz için, âdeta saatlere sığdırılan karar becerikliliği, zaten “gönüllü” olan Ankara’nın ikna edilmesine yönelik özel elçilik girişimleri, telefon baskıları bizi ne ferahlatıyor, ne sevindiriyor. Sadece kuşku veriyor, o kadar.

Hele, PKK’nın AB üye adaylığımıza desteğini ve Kaddafi kuyruklarının neşesini görünce…

Acaba, Gümrük Birliği provası, Avrupa’ya yeni ilhamlar vermiş olamaz mı? Aynı bayram havasıyla girdiğimiz Gümrük Birliği, sonunda tek taraflı işleyen nalıncı keserine dönmedi mi? Avrupa, Gümrük Birliği’nin yüklediği vecîbelerin hangisini yerine getirdi? Türkiye, göz göre göre aleyhinde olan bu oyunu, kuzuların sessizliği ile karşılamadı mı?

Avrupa’nın tutumunda temelden bir değişim olmadığı açık. Kıbrıs’ı bir Avrupa meselesi hâline getirerek Yunanistan lehine çözme teşebbüsleri devam ediyor. Kıbrıs Rum Yönetiminin AB üyeliğine alınma süreci yavaşlamadı. tam aksine hız kazandı. Aynı Avrupa, Güneydoğu Anadolumuzda ortaya çıkardığı karışıklığı, şimdi yavaş yavaş Kürt “azınlığı” ihdas etme sürecine götürüyor. Yıllardır kışkırttığı, beslediği, siyaseten desteklediği, silâhlandırdığı Apo’yu “insan hakları” dayatması ile idamdan kurtarmaya çalışıyor. Ekonomimizi globalleştirme makyajı ile, kapitülâsyon çizgileri yumuşatılmak isteniyor. Bütün bunlar da, siyasî belgelere “rezerv” adı altında yerleştiriliyor.

1878 Berlin Kongresi de “insan (Hristiyan) hakları” maskesi altında, ünlü 61. maddeyi kabul edip “Şart Meselesi”ni ortaya atmamış; Ermenileri ayaklanmaya teşvik etmemiş miydi? Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’nda yenik düşünce o maskeyi de çıkarıp, Doğu Anadolumuzda bağımsız bir Ermenistan kurdurmaya kalkışmamış mıydı? Sevr Antlaşması’nda, diğer bir kısım topraklarımızın “Kürdistan” adı ile bizden koparılmasını plânlamamış mıydı? Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Şeyh Sait İsyanı’nın ardında (Musul’la ilgili olarak) İngiltere yok muydu?

Bu kadar acı tecrübelerden sonra, sabıka dosyası kabarık Avrupa’ya güvenmek için yeterli sebebimiz var mı? Meselâ, Finlandiya başbakanının son anda gönderdiği teminat mektubu ne kadar geçerli? Türkiye Başbakanı, bunun Avrupa Birliği hukukunun resmî bir belgesi olduğunu söylüyor. Acaba öyle mi? Yunan Dış İşleri Bakanının, hemen ertesi günü, o mektubun sadece Finlandiya’yı bağladığını açıklaması hiçbir şey ifade etmiyor mu?

Avrupa Birliği’ne gireceksek, bunu haysiyetimizi, millî çıkarlarımızı ve millî bütünlüğümüzü pazarlamadan yapmalıyız.

Görünen o ki, Avrupa bizi tamamen dışarda bırakmaktansa, kapıda bekletip “terbiye” etmeyi çıkarlarına daha uygun ve daha akıllıca bir yol olarak benimsemiştir. Böylece dayatmaları ve olup bittileri için daha elverişli bir zemin elde edecektir.

Bunu anlamazlıktan gelip de fener alayları tertiplemenin gereği yok. Onun yerine, tarihî birikimi göz önüne alıp akıllıca davranmanın ve şüpheciliği asla terk etmemenin tam zamanıdır.

Bırakın, şenliği başkaları yapsın.
 

Orkun'dan Seçmeler