Ana Sayfa 1998-2012 ATATÜRK’ÜN ÖZEL HAYATI

ATATÜRK’ÜN ÖZEL HAYATI

Geçenlerde izlediğim bir TV programında “Artık Atatürk’ün özel hayatı tartışmaya açılmalıdır” deniyordu. Hayret ettim. Bunu söyleyenler, Atatürk konusunda “uzman” olduklarını sanan kişilerdi. Kendilerinden gayet emin konuşuyorlardı. Fakat bilmiyorlardı ki, Atatürk’ün özel hayatı ile ilgili belki yüzlerce kitap ve makale yayınlanmıştır. Onun hayatında bilinmeyen bir şey hemen hemen kalmamıştır. Evliliği, sevdaları, zevkleri, eğilimleri, sofra sohbetleri, ihtirasları, ilgi alanları -çok kere ilk elden- Türk okuyucusuna sunulmuştur. Neyi tartışmaya açacağız ki? Ve, niçin “tartışma”?

Atatürk’ü sadece büyük bir asker, muktedir bir devlet adamı, nadir yetişen bir önder olarak tanıtmak elbette yeterli değildir. Atatürk de – kendi ifadesiyle- bir insandır. Bütün insanî vasıfları, güçlü ve zayıf tarafları olabilir. Bunlar, onun 20. yüzyılda yetişmiş birkaç dehadan biri olmasını engellemez. İcraatları, görüşleri, hedefleri ortadadır. Bunlar, Atatürk hakkında kanaat sahibi olmamıza yeterlidir. Ama, Türk milleti, bağrından çıkardığı önderini her yönüyle tanımak isterse bunda aykırı bir taraf aramak yanlış olur.

Burada ince bir noktaya temas etmemiz gerekiyor: Atatürk’ü tanımak mı istiyoruz, tartışmak mı? Tartışmak deniliyorsa, bunda çeşitli maksatlar aramak gerekebilir. Çünkü, son zamanlarda Atatürk’ü milletin nazarında küçük düşürmek için olmadık manevralara girişiliyor. Onun hayatındaki güya bilinmeyen hususları açığa çıkarmak bahanesiyle, türlü “ifşaat”lar yapılıyor. Hiç kimsenin bilmediği, belgesi, bilgisi bulunmayan olaylar gerçekmiş gibi ortaya atılıyor. “Atatürk’ün özel hayatı” diyerek sözde “özel” bir takım vakalardan bahsediliyor. Ne kadar ayıp! Acı ve ayıp!

Meseleye kuş bakışı bakacak olursak, Atatürk’ün varlığından, hâtırasından, fikir mirasından rahatsızlık duyan çevrelerin bulunduğunu göreceğiz. Onun kurduğu cumhuriyetin temel ilkelerini değiştirmek, ortadan kaldırmak için pusuda bekleyenlerin varlığını sezeceğiz. Şu hâlde mesele, Atatürk’ün özel hayatı filân değil, onun kurduğu devletin niteliğini değiştirmek hevesinden ibarettir.

Avrupa Birliği, birçoğu arasından ( gizli-açık ) iki hedefi zaafa uğratmayı tasarlamıştır. Bunlardan biri Türk Silâhlı Kuvvetleri, ikincisi ise Atatürk’tür. Bu iki unsur, bugünkü Türkiye’nin ayakta durmasını sağlamaktadır. Güçlü, dimdik, alnı açık ve hür bir Türkiye, Avrupa Birliği’nin işine hiç gelmemektedir. Onu hırpalar ve kendine güvenini ortadan kaldırabilirse, Güneydoğu Anadolu’daki su kaynaklarını ve belki daha ilerde Boğazları denetimi altına alabilecektir. AB belgelerinde önemsiz gibi satır aralarına serpiştirilmiş bu hususları iyi teşhis edemezsek başımız çok ağrıyacak demektir.

AB komiserlerinin, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin etkisini azaltmak için ikide bir ileri sürdüğü telkinler boşuna değildir. AB’nin beslediği yayın organlarının da aynı istikamette neşriyat yapmaları elbette dikkatlerden kaçmamaktadır. AB, Kıbrıs’ta oynadığı oyunu, şimdi daha büyük çapta Türkiye’de sahnelemek istemektedir. Orada, “euro” ile satın aldığı çevreleri harekete geçirerek geniş kapsamlı ve sürekli bir propaganda yapmamış mıydı? Bunun sonucunda, Türkiye’nin yıllardır savunduğu tezlerin aksi görüşünde olanlara seçim kazandırılmamış mıydı? Belki de o bir provaydı, Türkiye’dekinin provası. Aksini düşünmek artık kolay değil.

Kıbrıs’ın Atatürk’ü diyebileceğimiz Rauf Denktaş’a karşı açılan kampanya, şimdi Türkiye’nin Atatürk’üne yönelmiş bulunuyor. O’nun resimleri duvarlardan indiriliyor, okullarda açılmış Atatürk köşeleri kaldırılıyor, anma törenleri savsaklanıyor. Haydi diyelim ki, bunlar şekilden ibarettir, hemen düzeltilebilir. Ama ya fikirler, görüşler, inançlar? Atatürk, bütün özelliklerinin yanında bir fikir adamıdır. Çok okumuş, çok incelemiş, önemli alanlarda bilgi sahibi olmuş ve sonunda bütün bunları icraat olarak uygulamıştır. Türkiye bu sayede –bütün eksiklerine ve zayıf taraflarına rağmen- dünyada saygı gören, itibar sahibi bir ülke olabilmiştir. Sömürge hayatı yaşayan milletlere örnek olmuş, onların hürriyet ve bağımsızlık mücadelelerinde emsal teşkil etmiştir. Atatürk, cumhurbaşkanlığı döneminde hiç yurt dışına çıkmamış, yabancı ülke devlet adamlarını ziyarete gitmemiştir. Ama dışarıdan birçok kral, cumhurbaşkanı, kumandan, yüksek diplomat onu görmek için Türkiye’ye gelmiştir. Türkiye, bugün gelişmişlik, refah ve hayat seviyesi bakımından Atatürk döneminden çok daha ilerdedir. Bu tartışılamaz. Ama, ne yazık ki, devletimizin dünya yüzündeki itibarı o günlere göre çok daha geriye düşmüştür. Atatürk zamanında başımıza çuval geçirecek bir cesareti kim gösterebilirdi ki?

“Atatürk’ün özel hayatı” palavrasının arkasındaki niyetleri iyi teşhis etmemiz gerekiyor. Sapla samanı ayırmak zor ise de bunu yapmaya mecburuz. Atatürk’ü bütün insanî yönleriyle tanıyıp daha çok sevmek ve takdir etmek başka bir şey, onu küçük düşürecek yeni icatlarla ortaya çıkıp hâtırasını zedeleyecek işlere kalkışmak başka bir şeydir.

Yabancı parmağı buralara kadar giriyor. Utanılacak bir durum değil mi?

 

Orkun'dan Seçmeler