Sayı ile bir örnek vermek gerekirse şunu söyleyebilirim ki; yüz Türk’ün yüz zenci ile evlenmesinden doğacak çocukların hepsi zenci /7/olursa; yüz Türk’ün yüz Yahudi yahut yüz Arap veya Kürt; yahut yüz Arnavut, Boşnak, Gürcü veya Rus’la evlenmesinden doğacak çocukların yüzde yetmişi, sekseni Türk’e benzemez. Bu benzemeyiş hem gövde yapısında, hem de karakterdedir.
Temiz ve üstün olan şeylerin çabuk bozulması tabiî bir kanundur. Bir bardak saf suyu bozmak için deniz suyundan bir kaşık yeterse çirkeften bir damla yeter de artar bile.
İşte ırkçılık budur. Yani Türklerin maddî ve mânevî hasletlerinin bozulmaması için onun yabancı kanlarla karışmamasını isteyen millî bir düşüncedir. Gerçi Anadolu’yu açan atalarımız büyük şehirlerde yabancılarla biraz karışmışlardır. Fakat ırk bilgisinin verilerine göre bir topluluk yalnız belli bir zamanda karışır da sonra bu karışma devam etmezse kendi kendisini tasfiye ederek bir müddet sonra eski hâline döner. “Üç göbekten beri Türk olanlara Türk derler” diyen Kâzım Alöç’ün bana isnat ettiği söz buradan çıkıyor. Duruşma sıralarında da söylediğim gibi su katılmamış Türk olmak için üç göbekten beri Türk olmak lâzımdır. Bunu söyleyen de ben değilim, ilimdir. Almanlar Yahudilere, Amerikalılar da zencilere karşı ilmin bu kanununu tatbik ederek /8/üç göbek ilerisine kadar kanında Yahudilik veya zencilik bulunan insanları kendi milletlerinden saymamaktadırlar.
Demek ki Türk milleti dışarıdan gelen yabancılarla aralıksız olarak uzun zaman karışırsa sonunda bir daha eski hâline gelemeyecek şekilde bozulur, maddî ve mânevî üstün vasıflarını kaybeder, neticede de tarihte büyük rol oynayan kahraman Türk olmaktan çıkarak Türkçe konuşmasına, kendisini Türk saymasına rağmen tarihte hiçbir rolü olmayan geri ve kaba ırklar derecesine iner. Bunun sonu yıkılıştır.
Hiç şüphesiz her millet kendi arasındaki yabancılardan bir takımını eritip kendisine benzetebilir ve benzetmiştir. Türkler de Türkiye’deki dokuz asırlık hayatlarında kendi yapılarının kaldırabildiği kadar yabancıyı eritip kendilerine benzetmişlerdir. Bu kadarı Türk kanını ve Türk içtimaî yapısını bozmaz. Fakat yabancılar sonu gelmeyerek Türklükle karışacak olursa nihayet Türk kanını, bunun neticesinde de Türk seciyesini ve ahlâkını bozar. Bunu fizyolojik bir uzviyetin yabancı maddeleri sindirip eritmesine benzetebiliriz. Bir vücut nasıl yabancı maddelerin ancak kendisine yarayacak olanını hazmedip fazlasını kendisinden atıyorsa içtimaî birer uzviyet olan milletler de aynı /9/şekilde harekete mecburdurlar. Fizyolojik bir uzviyet hazmedemediği ve çıkarmaya mecbur olduğu maddeleri çıkaramadığı takdirde nasıl zehirlenirse içtimaî uzviyet olan milletler de temsili kabil olmayan unsurları çıkaramadığı takdirde zehirlenmeye mahkûmdur. Fizyol ojik uzviyetin hazmedemediği maddeler nasıl o uzviyetten sayılmazsa ve uzviyet tartılırken nasıl bu gibi temsil olunamamış maddeler hesaba katılmazsa bir milletin tartısı demek olan nüfus sayımında da temsil olunmamış tortular o milletten sayılamaz. Temsil olunmamış yabancıları o milletten saymak hazmolunmamış gıdaları insan vücudundan saymaya benzer.
Yabancı unsur kendisini o vatana kan bağı ile bağlı görmediği için; kendisini asıl milliyetinden vazgeçmeye mecbur eden millete karşı içinden kin duyduğu için, o milletin içinde yalnız kendi hususî menfaatlerini güder. Fırsat bulduğu zaman ihanetten çekinmez. Tarihteki en büyük imparatorluklar olan Roma, Abbasî ve Osmanlı İmparatorlukları, içlerindeki yabancıların fesadından ve bunların yüksek mevkilere geçmelerinden dolayı yıkılmışlardır. Bir devlet kuvvetli iken ona hizmet eden yabancılar daima görülmüştür. Onaltıncı asırda Osmanlı sadrazamı olan Hırvat dönmesi Sokullu Mehmed Paşa Turancılık yapmış, ondokuzuncu asırda İngiliz Başvekili /10/olan Yahudi Lord Bikonsfild İngiltere’de Yahudi aleyhtarı kanunları çıkarmışlardır. Fakat bunlar arızîdir. Türk tarihi, yabancıların birkaç hizmetine karşılık binlerce ihaneti ile dolup taşan bir ibret tarihidir. Çin’e sefere çıkan Türk hakanını zehirleyen Çinli prensesten Şerif Hüseyin’e,(2) Çerkez Ethem’e(3) ve Kürt Şeyh Sait’e(4) kadar binlerce vakası olan bir ihanetler tarihidir. Memleketin öz çocukları ise hizmet etmek için yüksek mevkilere geçmeyi beklememişlerdir. Her yerde, her zaman, her şart içinde sessizce, gösteriş yapmadan hizmet etmişler, kan ve can vergisi vermişlerdir.
Türk milletinin gözünü açmak için ileride büyük ciltler hâlinde neşredeceğimiz bu ihanet silsilelerini burada saymaya imkân yoktur. Yalnız, eğer açılabilirse, savcının gözünü açmak için burada birkaç tarihî vakayı anmakla iktifa edeceğim:
1- Namık Kemal’in büyük dedesi olan gazi ve şehit Topal Osman Paşa, Nadir Şah’la savaşırken Osmanlı ordusunda bulunan Araplar ve Kürtler topyekûn ihanet ederek ordumuzun bozulmasına sebep olmuşlardır.
2- Balkan Harbinde, Sırplarla yapılan Kumanova Meydan Savaşı’nda Osmanlı ordusundaki Arnavutlar yine topyekûn ihanet ettikleri için /11/ordumuz savaşı kaybetmiştir.
3- Yine Balkan Harbinde Selanik’i müdafaa edecek olan 40.000 mevcutlu kolordunun kumandanı Arnavut Tahsin Paşa, tek fişek atmadan şehri ve kolorduyu Yunanlılara teslim etmiştir.
4- Birinci Cihan Harbi’nde Araplar İngilizlerle, Ermeniler Ruslarla birleşerek ordularımızı arkadan vurmuşlar, Türk esirlerini kesip doğrayarak örneksiz vahşetler yapmışlardır.
5- Türk milletinin idam fermanı olan Sevr Barışını ancak Ermeni aslından Damat Ferit, Arap Hâdi ve Arnavut Rıza Tevfik(5) imzalamıştır. Rıza Tevfik imzada kullandığı kalemi Amerikan Kolleji’ne hediye etmiştir.
6- Mütareke yıllarında “Nemrut Mustafa” diye anılan Kürt Mustafa Divân-ı Harbi sırf ırkî bir taassupla Türk vatanperverlerini idam etmiş, Ermeni tehcirlerini bahane göstermiştir. Ermeni tehcirini yapan Türkleri idam etmekle İstiklâl Harbine iştirak eden Türkleri idam etmek arasında mahiyet farkı olmasa gerektir.
7- Kurtuluş Savaşında Çerkez Ethem ve yardakçıları, Düzce ve Bolu havalisindeki Çerkez ve Abazalar topyekûn millî dâvâya ihanet etmişlerdir. Bunların bir kısmı Balıkesir havalisinde bir Çerkez devleti kurmaya kalkışmışlardır.
/12/8- Kurtuluş Savaşından sonra Doğu Anadolu’daki Kürt ve Zazalar topyekûn isyan ederek ayrı devlet kurmak sevdasına kapılmışlardır.
9- Daha sonra Türk ordusunda bir yüzbaşı olan Kürt İhsan Nuri, Ağrı Dağı’ndaki Kürtlerle birleşerek ve yabancılardan yardım görerek bir isyan hareketi yapmıştır.(6) Dikkate değer ki İhsan Nuri, kumanda ettiği bölüğü de bu isyana sürüklemek istediği hâlde Kürt efrat kendisine uymuşlar, fakat Türk erat bunu kabul etmemişlerdir.
Asırlardan beri içimizdeki yabancılardan gördüğümüz ihanetler Türk halkında aksülamel ve öfke doğurmuş, Aydın illerinde bir millet kahramanı gibi hâlâ anılan ve adına kitaplar çıkarılan Çakırcalı Efe, bu kahraman dağ şövalyesi, Arnavut ve Çerkez mezarlığı yapmaya and içmiş ve andını yerine getirmişti.
Türk milleti içimizdeki yabancıları, gerek bize yaptıkları fenalıkları, gerek ahlâksızlıkları yüzünden daima aşağı görmüş, tehzil etmiştir. Halkın içinde ve kitaplarda yaşayan tabirler, darbımeseller ve fıkralar yabancılara karşı Türk ırkının tiksintisini, gururunu, telâkkisini, inancını göstermektedir.
Savcının anayasaya aykırıdır diye bize yapıştırmak istediği ırkçılığı devlet bilfiil tatbik etmektedir: Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü /13/ile askerî okullar ve Hemşire Okulu’na ancak Türk ırkından olan öğrencilerin alınması; 2510 sayılı iskân kanununun 7, 9, 10, 11, 13’ncü maddeleriyle iskân muafiyetleri nizamnamesinin üçüncü, dördüncü maddeleri; Millet Meclisi tarafından kanunla kabul edilen İstiklâl Marşı’nın ve Harp Okulu Marşı’nın Türk ırkını terennüm etmesi, hep ırkî görüşün mahsûlleridir.
Benim ırkçılıktan dolayı hesap verdiğim şu dakikada, Istanbul Emniyet Müdürlüğünün birinci şubesinde, birinci kısmın bir masasında oturan bir memur bazı genç öğrencilerin Türk ırkından olup olmadığını incelemekle meşguldür.
Bundan birkaç yıl önce Atatürk’e suikastla itham olunarak Ankara’da muhakemesi yapılan Ali Saip’in dâvâsında, Savcı Baha Arıkan Ali Saip’i Kürt olmakla itham etmiş ve Kürtlüğü bir suç gibi yüzüne çarparak Kürt olduğu için devlet başkanına suikast yapabileceğini ileri sürmüştü. Yani o zaman bir savcı ırkçılık yapmıştı. Bugün ise başka bir savcı ırkçılığı yurda ihanet gibi göstererek ırkçıları itham etmektedir. Devletin kanunları savcıların keyfine göre ayrı ayrı mânâlar alamaz. (Devam edecek)
DİPNOTLARI
(2) Osmanlı Devleti’nin, 1916’ya kadar Mekke emiri, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin kışkırtmaları ve para yardımları ile Osmanlı Devleti’ne isyan etti. Hicaz krallığına getirildi. Ancak Suudîlere yenilince 1924’te krallıktan çekildi. Ölümü 1931.
(3) Millî Mücadelenin Kuvay-ı Milliye döneminde silâhlı çeteleriyle Yunanlılara karşı direndi. TBMM Hükûmeti’ne karşı girişilen isyanların bastırılmasında yararlı hizmetler yaptı. Ancak, düzenli ordu kurulunca disiplin altına girmek istemedi ve bu defa, yeni Türk ordusuna karşı savaştı. Yenilince Yunanlılara sığındı. Atina’ya ve oradan Ürdün’e gitti. Ölümü: Suriye, 1950.
(4) Lozan Barış görüşmelerinde sonuca bağlanamayan Musul meselesi görüşüleceği sırada. İngilizler, doğu illerindeki aşiretler üzerinde nüfuzu bulunan Şeyh Sait’i, para ve silâh vererek ayaklanmaya teşvik ettiler. Şeyh Sait, Kürt bağımsızlığını savunan çevrelerle de iş birliği içindeydi. Din silâhını kullanarak ayaklandı (1 Şubat 1925). Bu ayaklanma, kısa sürede Kürt hareketi şekline dönüştü. Şeyh Sait, Doğu Anadolu’da bazı şehir ve kasabaları eline geçirdi. Üzerine gönderilen birlikleri dağıttı. Ancak, hükûmetin aldığı ciddî tedbirler üzerine başarısızlığa uğradı. İki buçuk ay süren isyan, Şeyh Sait’in yakalanmasıyla sona erdi. Şark İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanan Şeyh Sait idam edildi.
(5) Ünlü Şair ve filozof Rıza Tevfik Bölükbaşı. Sevr Antlaşması’nı imzalayan heyette yer aldığı için 150’likler listesine dahil edildi ve 1922’de yurt dışına çıkarıldı. Önce Ürdün’e, sonra Lübnan’a yerleşti. 1943’te Türkiye’ye döndü. Osmanlı Devleti’nin son döneminde Şûray-ı Devlet (Danıştay) reisliği ve Maarif Nazırlığı da yapmış olan Rıza Tevfik 1949’da İstanbul’da öldü.
(6) Ağrı isyanı, dıştan gelen tahriklerle çıktı (1930). Askerî birlikler, bu isyanı bastırmış ve elebaşıları yakalanarak idam edilmiştir. İhsan Nuri, bu elebaşılardan biridir.
SÖZLÜK
haslet: Yaradılıştan gelen özellik, güzel huy.
isnat: Bir kusuru veya suçu birine yükleme.
uzviyet: Kendi başına varlığı olan canlı, organizma.
tehzil: Bir topluluğun, diğer bir topluluğun özelliklerini benimseyerek o topluluk içinde erimesi.
arızî: Sonradan meydana gelen, geçici, eğreti.
silsile: Birbirini takip eden şeylerin meydana getirdiği.
iktifa: Yeter sayma, yetinme, kanaat.
tehcir: Göç ettirme.
aksülamel: Tepki.
tehzil: Alay etme.
darbımesel: Hikmetli söz, atasözü, sav.
muafiyet: İstisna, imtiyaz, bağışıklık.
terennüm: Yavaş, güzel ve hoş şekilde söyleme; şarkı, türkü söyleme.
itham olunmak: Suç isnad etmek.
Atsız’ın Savunması – Atsız’ın Savunması (2) – Atsız’ın Savunması (3) – Atsız’ın Savunması (4)