Yazının başlığına bakıp da, aynı adı taşıyan tersânemizden bahsedeceğimizi sanmayın.
Türkiye’nin en köklü ve eski ilâhiyât fakültelerinden biri olan İstanbul Marmara İlâhiyât Fakültesi’nin, aynı bahçeyi paylaşan bir câmii var. Halk arasında “İlâhiyât Câmii” diye biliniyor. Herhâlde, fakülte çalışmalarını destekleyen bir vakıf mârifetiyle yaptırılmış.
İstanbul Bağlarbaşı’nda, Altunîzâde’ye giden yol üzerindeki bu, oldukça hacimli ve güzel câmiin altında, yine aynı vakıf tarafından işletilen bir yayınevi bulunuyor. Burada, fakültedeki akademik kadro ile – nisbeten az sayıda – fakülte dışından yazarların eserleri yayınlanıyor ve tabiî satılıyor. Yayınevinin birinci elden satış noktası olduğu için, hatırı sayılır bir indirim de yapılıyor.
Efendim, işte bu yayınevini, yayınlarını ve sağlanan indirim imkânını, yoldan geçen vatandaşlara duyurmak maksadıyla, Fakülte’nin – Capitol Alış-Veriş Merkezi’ne giden yola bakan – bahçesinde, kocaman bir yazı asm ışlar. Bu, yayınlara ve indirime giden yolu ok işâretleriyle gösteren reklâm metninde, bir hayli büyük harflerle CAMİİ ALTI ibâresi görülüyor.
Bu yazı, İstanbul’un Anadolu yakasındaki en merkezî köşe başlarından birinde ve bir fakültenin bahçesindedir. Fakat, işi daha da mühim kılan, bu fakültenin “câmi”e müteallik bir tedrisât yapıyor olmasıdır.
“Câmi”, Arapça bir kelime ve “ayın” harfi ile bitiyor. Bu yüzden, benzeri bâzı kelimeler gibi, Türkçe kullanılışında ek aldığı zaman, bir sesli harf ilâve ediliyor. Bu ilâve sesli, – duruma göre – ikinci bir (-i) de olabiliyor. Gerçi bu ikinci sesli, giderek, onunla birlikte gelen diğer ek unsurlarının karakterine göre “y” ve “s” ile okunmakta. Ama, ikinci sesli harf kullanma alışkanlığı bulunanlar da, öyle yazmaya ve söylemeye devâm ediyorlar.
Bu heybetli ilân yazısını ilk gördüğümde, CAMİİ ALTI sözünün önünde, “ne câmii?” sorusuna cevap teşkîl edecek bir isim, sıfat aradım, tekrar tekrar baktım. Hayır, yok! İlânda kastedilen câmi, İlâhiyât Fakültesi’nin câmii olduğuna göre, İLÂHİYÂT CÂMİİ ALTI denilebilirdi. Sâdece “câmi” kelimesi kullanılacaksa, o zaman da CÂMİ ALTI denmesi lâzımdı.
“Fazladan yazılmış bir (-i) harfinin üzerinde, bu kadar lâf etmenin mânâsı var mıdır?” denirse, “evet, vardır ve vardır!”. Çünkü; bu yazılış hatâsını yapanlar, “câmi” lâfzının öğreticisi durumunda olanlardır. Bu kelimenin yalın hâli ile ek almış hâlini bilemeyen bir ilâhiyât fakültesi, hangi inandırıcılıkla, satışdaki yayınlarını pazarlayacaktır? Şahsen ben, bu ilânın önünden her geçişimde, İlâhiyât Fakültesi Vakfı’na âit yayınların hepsini “câmi”e karşı suç işlemiş kitaplar olarak görüyorum.
İlâhiyât fakültelerinden mezun olanların vazîfe alabileceği en meşrû mahâller, elbette câmilerimiz. Ama, onlar, “câmi” kelimesinin tek başına ve eklerle nasıl yazılacağını öğrenmeden câmie geldikleri için, fakülte bahçesindeki ilânın benzerlerini, câmi bahçesine veya alınlığına da yazmaktan, yazdırmaktan, aslâ ve kat’â geri kalmıyorlar.
Halk arasında İskele Câmii diye de anılan Üsküdar’daki Mihrimâh Sultan Câmii’nin, sâhile bakan kapısının üzerinde “CAMİİ’MİZ KAMERA SİSTEMİ İLE KONTROL EDİLMEKTEDİR.” kelimelerinin yazıldığı bir tabelâ yerleştirilmiş.
Şanlı târihinde hitâbetin de, kitâbetin de mihekk taşı olmuş muhteşem Süleymâniye’nin, esas câmi kısmı epeyidir bakımdan geçiriliyor. Bu yüzden, ibâdet hizmeti, külliyenin bahçesine kurulmuş çadır-mescidde veriliyor. İşte bu çadırın girişine ve İstanbul Üniversitesi merkez binâsının tam karşısındaki Bâyezîd Câmii’nin orta kapısı önüne konulan ayaklı levhalarda şu cümle yazılı: “CAMİİ’NİN GÜVENLİK VE TEMİZLİK HİZMETİ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ TARAFINDAN VERİLMEKTEDİR.” Bu ifâdenin başında herhangi bir câmi adı veyâ sıfatı olmadığını bilhassa söylemek gerekiyor.
Mektebde öğrendiğini aslâ inkâr etmeyen bu “ sadâkat” tavrı ile “efrâdımızı câmi, ağyârımıza mâni” olabilir miyiz?