Milletvekillerimizden biri, etnisite tartışmalarından usanmış olacak ki, kesin bir “çözüm” üretmiş. Demiş ki: “Öyle çeşit çeşit kültür olmaz. Kültür tektir, o da İslamdır”.
Bu sayın milletvekilinin kültür meselelerinden hiç haberdar olmadığı anlaşılmaktadır. Dünyaya ve dünyadaki bütün olaylara tek gözle bakınca buna benzer garabetler ileri sürülmesi pek şaşırtıcı olmuyor. Halbuki hiçbir şey tek boyutlu değil. İkinci, üçüncü, hatta dördüncü boyutları hesaba katmazsanız bunun gibi hikmetler her zaman ortaya dökülüverir.
Bir kere kültürle medeniyet arasındaki farkı iyi hatırlayalım: Kültür, bir insan topluluğunun tarihten süzülerek gelen bütün özellikleridir. Yani, dil, din, sanat, örf ve gelenekler, estetik, dünyaya bakış tarzı kültürün belli başlı unsurlarıdır. Ama, bunların hiçbiri kültürün kendisi değildir. Bu yapısıyla kültür tarihîdir ve millîdir. Kesintisizdir, süreklidir. Medeniyet ise, milletler arası ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama vasıtalarının bütünü olarak tarif edilmektedir. Kültür, belli bir topluluğa (millete) aitken medeniyet birçok milleti içine almaktadır. Meselâ “Batı Medeniyeti” dediğ imiz zaman ortak değerler akla gelir. Bu ortak değerler, Eski Yunan ve Roma medeniyetleri ile Hristiyanlıktır. Ama Fransızların ayrı, İngilizlerin ayrı, Almanların ayrı, ne kadar topluluk varsa hepsinin ayrı ayrı kültürleri bulunmaktadır. “İslam Medeniyeti” de aynı niteliktedir. Aynı inanç sistemine bağlı Araplar, Türkler, İranlılar ve Malezyalılar, değişik kültürleri temsil ederler. Bu yüzden Arap ülkelerindeki camilerin yapılışları Türkiye’dekinden farklıdır, Endonezya’daki camiler de Fas’takinden. Musikide de buna benzer farklılıklar vardır. Pakistan Müslümanlarının müzik anlayışı ile Mısır’daki Müslümanların anlayışı aynı değildir.
Kültür, milleti meydana getirir, din ise ümmeti. Dolayısıyla İslam ümmetinin içinde ayrı ayrı milletler yer alır. Kaldı ki medeniyetin unsurlarından biri olan teknoloji hemen bütün medeniyet çevreleri için aynı önemi haizdir. Hristiyan da, Budist de, Müslüman da elektriği kullanır, tıbbî gelişmelerden yararlanır, otomobile, uçağa biner.
Sayın milletvekilinin kültür farklılıklarına çözüm getirmek için –herhalde iyi niyetle- söylediği sözler ne gerçeğe, ne de ilmî verilere dayanmaktadır. Onun için de mesnetsiz kalmaktadır. Eğer bu sözler doğru olsaydı, bizde sosyoloji ilminin kurucusu olarak tanınan Ziya Gökalp “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Batı medeniyetindenim” demek ihtiyacını duyar mıydı?
“Kültür tektir, o da İslamdır” diyen zihniyet, İslamiyete girmeden önce Türklerin de Arapların da kendilerine özgü kültürleri bulunduğunu hesaba katmıyor mu? Benzer şekilde Mısır Arapları ile fellahlarının, Müslümanlığa, eski Yunan sitelerinin, etkisini hâlâ sürdüren Roma’nın Hristiyanlığa girmeden önce ayrı ayrı kültürleri yok muydu? Üstelik bu kültürler birbirlerine hiç de benzemiyordu. Biz Türkler, mensup olduğumuz medeniyet çevresini tarihte iki defa değiştirmiş ender milletlerdeniz. 10. yüzyıldan başlayarak İslam medeniyet çevresine girmiş, bu medeniyete ayrı bir ruh ve anlam kazandırmışız. Sonra, hemen hemen üç yüz yıl süren bir çabalamanın ardından Batı medeniyetine geçmişiz. Ama, kültür değerlerimizi hemen hemen aynen muhafaza ederek. Elbette ki, her iki medeniyet de kültürümüz üzerinde etkili olmuş ve değerlerimizin bir kısmını değişikliğe uğratmıştır. Buna rağmen “Türk kültürü” dendiği zaman (daha eskisini bir kenara koysak bile) 2.500 yıllık bir kültür geçmişi anlaşılmaktadır. Bunu dikkate almayarak yanlış kültür tariflerine sapmak zihinlerin şartlandığına, kafaların karışık olduğuna delildir.
Uzak Doğu medeniyetine gelince: Japonların, Çinlilerin, Korelilerin, Birmanyalıların ayrı kültürleri bulunduğunu hatırlamamız gerekir. Buda dini zaman zaman bu milletlerde yaygınlık göstermiştir diye, kültürlerini terk etmemişlerdir. Japonlar ve Koreliler, çağımızda Şinto dininin yanı sıra geniş ölçüde Hristiyanlığa meyletmelerine rağmen millî kültürlerinden vazgeçmiyorlar. Çarpıcı bir örnek de Yahudilerdir. Daha milat yıllarında dünyanın dört bucağına dağılmış, çok farklı medeniyet çevrelerinde yaşamış oldukları, hatta dillerini bile unuttukları hâlde, kültürlerini iyi kötü muhafaza ederek yeniden devlet kurabilmişlerdir. İlk işleri de, en önemli kültür unsuru saydıkları İbraniceyi ihya etmek olmuştur.
Özetlersek: Din, kültürün kendisi değil, bir parçasıdır. Elbette kültürün önemli bir unsurudur. Ama onu tek ve hâkim değer olarak tanıtmaya kalkışmak vahim bir hatadır.
“Yapma ağbi, düzeltecek bir bu mu kaldı yani?” diyenler çıkarsa ben onlara katılmıyorum.